Okumadan Geçme

Facebook

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Halim Öyle, Halim Böyle

Yaklaşık 1 aydan beri yazmak için bekliyor bunlar. Bir türlü yazmaya cesaret edemedim. Ta ki düne kadar. Dertler, sıkıntılar, belirsizlikler var çok sayıda.

Yazmak için bile kendimi toparlayabilmem baya zor oldu.

Hangisinden nasıl başlamalı ki. Okulun bitmesiyle düşmüş olduğum boşluktan başlıyım. Klasik okul bitti ne yapacağımı şaşırdım tarzı bir boşluk da değil tam olarak. Ağustos'ta yapacağım bir staj var 20 günlük. Sonrasında okuldan çıkışı alacağım ve yüzleşme o zaman başlayacak. Okulun bittiği günden beri, o stajı boş boş beklemenin getirdiği boşluk bu biraz. Bunun için sıkıntı, dert diyemem tabi. Bu daha çok can sıkıcı oluyor.

7. yılda ancak bitebilen okul sonrası, senede belki 1-2 kez -o da bayram seyranda- gördüğüm akraba ve arkadaşımsıların sorduğu sorular da değişti nihayet. Ama sorunun değişmiş olması, onların sorularının sevimsizliğini değiştirmiyor. Ben hayatımın hiçbir döneminde plan yapmadım geleceğimle alakalı. Onların soruları ise genelde planlarım üzerine oluyor. Yok plan filan. Pilan yapmayın pilan. Bir de askerlik ekseninde dönüyor tabi bu muhabbetler. Genel kanı bir an önce yap kurtul, çıksın aradan şeklinde. Benim düşüncem de o yönde ama şartlar öyle değil işte. En azından Nisan'a kadar geçici bir iş bulup çalışmam gerekiyor. Ama hala ne yapacağım belli değil. O idarelik, geçici işi bulabilecek miyim? Onu bulmaya çalışırken Aralık'ta gidebileceğim askerliği kaçırıp, iş de bulamazsam ne bok yicem? En kötü ihtimalle geçen yaz amelelik yaptığım yere giderim. Giderim de alırlar mı? Çalışanlarına hayvana verdiği değerden bile daha az değer veren iş yeri sahibine ve iş yerine yeniden sabredebilir miyim?

Yaş olmuş 25. Hala bir baltaya sap olamamışız. Askere gidip gelcem filan derken 26 olacak. Hala balta sap ilişkisi aynı şekilde devam ediyor olacak. Aslında bir baltaya sap olmayı pek isteyen biri de değilim. Ama işte yine şartlar, yine sorumluluklar var. Askerlik sonrasında da yapmam gereken bir seçim var. Okuduğum bölüm Endüstri Mühendisliği. Ama yapmak istediğim bu değil. Öğrenciliğim boyunca, zamanla soğudum bölümümden. Tam olarak yapmak istediğim şeyi de bilmiyorum. Aslında biliyorum. Yaparken zevk alacağım, sıkılmayacağım, kendimi geliştirebileceğim, değişik şeyler de öğrenebileceğim, gerçekten bir şeyler üretebileceğim bir iş istiyorum. Bu işin maddi getirisi hiç önemli değil. Sadece işin adını dile getiremiyorum özel olarak. Aslında işin adını da biliyorum ama yapabilir miyim onu bilmiyorum. Cesaret de edemiyorum pek dile getirmeye. Denemeden bilemem ama di mi? En azından denemeye değer. Peki ama nasıl deneyeceğim? Neresinden başlamam lazım? Gidip Endüstri Mühendisliği okumuşken, bölümle alakasız bir iş için nasıl girişimlerde bulunmalıyım? Yoksa şu boktan şartlar yüzünden riske girmeden, başımı eğip, efendi efendi okuduğum bölümü mü meslek etmeliyim kendime? Bunların hepsi soru işareti olarak bir kenarda duruyorlar.

7 yıl boyunca aileden uzakta öğrenci evlerinde yaşadıktan sonra aileyle yaşamak da garip geliyor. Yattığım, kalktığım saate, içtiğim sigaraya, kolaya karışılması, bir nevi öğrenci evindeki sınırsız özgürlüğün kısıtlanmış olması. Bir şeyi kesin olarak farkettim mesela. Annelerin dırdır etmek için sebebe ihtiyacı yok. Ve dırdırın en yoğunlaştığı anlar evin elektrikli süpürgeyle temizlendiği zamanlar oluyor. Dırdır dediysem; bana ve kardeşlerime söylenme babında. Benden başlıyor, en küçüğümüze kadar sırayla dilinden geçiyoruz. Burayı uzun zamandır takip edenler bilir az çok. Kendimi kaç kez yatırıp kestim burada. Bence çoğunda haklıydım ve az bile yazmıştım kendime. Benzerlerini annem benim için söylediğinde, biraz koyuyor sanki. Hani ben kendimi biliyorum, kendimin ağzına sıçayım filan diyorum kendime de, annemden duyunca benim kendime kızma sebeplerimi, biraz daha yaralıyor.

Benim için şimdiye dek kaç kişi dedi acaba şunu: "Anlayamadık, çözemedik seni." Son olarak da annem dedi 2-3 hafta kadar önce hayattan beklentilerimden, iş güçle alakalı düşüncelerimi konuştuktan sonra. Benden umudu var hep. Şimdiye kadar genelde o umutları hayal kırıklığına çevirdiysem de. Beklentilerine tam olarak karşılık veremiyorum. Verebileceğimi umut ediyorum. Aileme karşı olan sorumluluğum birçoklarına göre çok daha fazla. İşte tam bu noktada sıkışıp kalıyorum. Beklentilere karşılık verebilmekle, yaşamayı istediğim hayat. Yaşamayı istediğim hayatın yanında bunu da başarabilecek miyim. Yoksa beklentileri- üzerime düşen sorumlulukları- yerine getirmek için istediğim hayattan taviz mi vermem gerekecek? İkisini bir arada yapmayı deneyip de başaramazsam, geç olur mu geri dönmek için? O tren bir kez mi gelir? Yine "Ne zaman gitti tren?" diye söylenir miyim?

İnsanlardan hem nefret ediyorum, hem de önemsiyorum. Nefret ettiklerim tanımadıklarım daha çok. Önemsediklerimse sevdiklerim. Nefret ettiğim insanlığın genel profili aslında. Parayı hayatlarında ilk sıraya koymuş olmaları, hep daha fazlasını istemeleri ihtiyaçları olmadığı halde, sadece kendi menfaatleri için diğer herşeyi hiçe sayabilecek kadar hırsla bezenmiş ruhlarının olması, kendilerine dert ettikleri şeyler vs. Bunları en güzel anlatan Eddie Vedder'ın Society şarkısı, ben daha fazla yormayayım kendimi. Önemsediklerim sevdiklerim dedim ya. Sevdiğim insanların üzülmelerini istemiyorum. Hele hele benim yüzümden, içinde benim olduğum üzüntülerinin olmasını hiç istemiyorum. Ben üzüleyim gerekirse önemli değil ama, o sevdiğim insan benim yüzümden üzülmesin. Onun üzülmeyeceği bir çıkar yol varsa, o yoldan çıkabileyim. Arkadaşlarımı gerçekten çok seviyorum. Hele hele en yakınımda olanları. Parasızlıktan bir hafta boyunca evden hiç çıkmadan, sadece makarna yiyerek yaşadığımız günleri özlüyorum. Sabah kalktığımda; önce elektriğin, 1 dakika sonra da suyun ödenmeyen faturalar nedeniyle kesildiğini farkettiğimde hissettiklerimi özlüyorum.

Kardeşim LYS'ye girdi ve tercihleri var bu aralar. Tercihlerinde ona en çok yardımcı olması gereken kişi benim, hem yakınlık derecesi, hem de 7 yaş önde olmanın getirdiği tecrübeyle. 7 yıl önce benim tercih yaptığım zamanları düşünüyorum. Bir de şimdiki ben'i düşünüyorum. Kardeşime yazması için bir bölüm öneremiyorum. 7 yıl öncesinde olsaydım mühendislik ve benzeri bir bölüm yazmazdım. Ama o zamanlar ısrarla mühendislik diye tutturmuş ve tüm tercihlerimi alakalı alakasız mühendislik dallarından oluşturmuştum bok varmış gibi. Gerçi bok varmış heralde evet. Boka battık bitirene kadar. Benim 7 yıl önceki halim gibi kardeşiminki de biraz. 7 yıl sonra o da benim şimdiki halim gibi olmasın istiyorum. Kazandığı ve okuduğu bölümden memnun olsun, hayata daha iyi bir yerden bakabilsin.

Korktuğum ne kadar çok şey var. Bu kadar çok korktuğum şeyin arasında ölüm var bir de. 4 yıl önce çok yakından hissettiğim, yaşadığım ölüm. Ve zaman zaman çok da arzuladığım ölüm. Bu yazdıklarım arasında en az korktuğum şey belki de ölüm. Ama kendi ölümüm en az korktuğum. Kendim dışındaki ölümler ise herşeyden daha fazla korku veren. Her gün babam geliyor aklıma ve her gün bu dünyaya dair içimden tonla şey geçiyor lanetler içeren. Her gün Kazım Koyuncu geliyor aklıma. Sesini her duyduğumda, her anımsadığımda 33 yaşında ölmüş olmasına inanamıyorum. En çok o yaşamalıydı belki de. Bu insanlara bir şeyler anlatmak için, en çok o yaşamalıydı.

Ne garip di mi? Ölüm tüm sıkıntılardan kurtulmak için çok basit bir yolken, hepimiz yaşamayı ve direnmeyi seçiyoruz. 657 güzel demiş "Bilseydik Yaşamazdık" diye. Yaşamaz mıydık sahi?

15 Temmuz 2011 Cuma

Aha Kafasi Yarıldi #2


Tam 1 yıl aradan sonra yine yardım kafayı. Bu kez gecenin bi vakti otururken gelen göz kararması sonrası bayılmışım. 2 saat sonra uyandığımda bu haldeydi kafa. Artık yere mi vurdum, naptım, nasıl oldu bilmiyorum. Ay iğrencım.

Öhm. O değil de uzun zamandır boşladım buraları da. Tembelliğin, başıboşluğun zirvelerinde yaşıyorum. Boşluktan, hiçbirşey yapmamaktan depresyona gircem.

Neyse işte. Şu sıcak yaz günlerinde ayağının altına karpuz çekirdeği yapışan arkadaşım. Yalnız değilsin.