Okumadan Geçme

Facebook

28 Eylül 2010 Salı

Seviyorum


- 3'lük atabilen pivotları.
+ Teknik stoperleri. (Pique en üst noktadır, Türkiye'de 10 numara pozisyonunda oynatsan sırıtmaz.)
- Kızıl saçlı kadınları.
+ 1-2-3 veya 4 numarada otobüsle yapılan gece yolculuklarını.
- Hafif virajlı, sağ ve sol tarafı büyük ağaçlarla kaplı yollarda yürümeyi.
+ Yağmurda yürümeyi, ıslanmayı.(Donuma kadar. Herkes kaçarken sadece benim ıslanmam rahatlatıyor.)
- İçinde bulunduğum psikolojiyi. Her ne kadar ümitsiz, beklentisiz bir hayatım olsa da, bir şeylerin farkında oluşum memnun edici geliyor. Mutlu mesut olduğumu zannettiğim bir hayatı istemezdim. Yuvarlanıp gitmeyi de istemezdim..
+ Birgün "beklentime karşılık alabilmem" ihtimalini.
- Gözlem yeteneğimi.
+ Zekamı ya da zekasızlığımı.
- Her istediğimi yapabilecek biri olduğumu bilmeyi.
+ Sebepli sebepsiz sövmeyi.
- Beklemediğim bir anda sevmeyi.
+ Jeffrey Lebowski gibi adamları. The Big Lebowski gibi filmleri.
"Sometimes there is a maaaan, sometimes there is a man. I'm talkin' about the dude here" demeyi.
- Guy Ritchie'nin filmlerini.
+ Christopher McCandless'ı. (Alexander Supertramp)
- Eksileri, artıları.
+ Nötr'ü ve olmayı.

27 Eylül 2010 Pazartesi

4-3-3


Geçenlerde bu şişe kolaları dizerken geldi aklıma. Her gün gördüğünüz şişe kolalar kasalarındayken. Dizilişleri bana önce 4-3-3 taktiğini anımsattı. Sonra da böyle bir monte düşündüm. 2014 Brezilya Dünya Kupasında reklam yapılabilir aslında bu tarz bir şey. The Coca Cola Company'nin Türkiye'deki markalarından yola çıkarak oluşturduğum 10 kişilik kadro. Kalecisi yok bu kadronun. 1 yersem 2 atarım mantalitesi mevcut. Teknik direktör ilnevinho tabi ki :)

Futbolcular için mini yorum köşesi;

* SenSuninho Güney Kore asıllı Brezilyalı Futbolcu.
* Coca Colinho Kaptan.
* Burninho takımın beyni, dinamosu. "Koş oğlum" taktiğini verdim kendisine.
* Zero Lightinho iki kişilik oynayan bir oyuncu.
* Fantinho ile Nesteainho duvar adeta.
* Cappinho kaptırıp giden beklerden. Kapiş?
* Poweradinho bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle sağ kulvarı başından sonuna 100 metrede kullanıyor.
* Spritinho çok estetik bir orta saha oyuncusu.
* Schweppesinho mücadeleci bir o kadar da kreatif futbolcu. Bloklar arası bağlantılar var ya hani Ömer'in öğrettiği; onu en iyi uygulayan oyuncu hem de.

24 Eylül 2010 Cuma

Salak Çocuklardık


1 2 3'ler yaşasın Türk'ler.
4 5 6 Polonya battı.
7 8 9 Alman domuz.
10 11 12 İtalya tilki.
13 14 15 Ruslar kalleş.
16 17 18 bilmem ne Portekiz. Hakkaten ne Portekizdi bu? Bi de devam ediyo muydu sonsuza kadar?

**************

3-5-7-10 Anadolu Şampiyon.

**************

Yağmur yağıyor güzel. Seller akıyor ona da tamam. Arap kızının ne işi var lan camda?

**************

Hele bir kutu kutu pense diye oyun vardı. Yontma Taş Devrinden Cilalı Taş Devrine geçiş bu oyunun icatıyla gerçekleşmiştir heralde. Nasıl bir amaç uğruna bu oyun çocuklara oynatılır ki?

Bu ve benzeri aptal saptal şeyleri dilimize pelesenk edenler kimlerdi yahu? İlk kimden çıkardı bu tekerlemeler, oyunlar?


Nasıl unuturum ki bunu? Zehra'nın hatırlatması üzerine son düzenleme. Tabi ki de şu tekerleme:

O piti piti karamela sepeti.
Terazi lastik cimnastik.
Biz size geldik bitlendik. (Ufacık çocuğa söyletilenlere bak hele)
Üfffff yazarken sıkıldım devamını da yazmıcam. Hepinizin ezberinde zaten.

23 Eylül 2010 Perşembe

Bu Ne Lan?

Vay arkadaş bütün çilesini biz çekmişiz lise'deki takım elbiselerin, kıyafetlerin. Okullar açıldı her yerde tişörtle dolanan gençler görüyorum. Kenarında okul adları yazıyor tişörtlerin. Okullara göre farklı renklerde. 7-8 yaş ufak olmak lazımmış. Neydi be çektiğimiz. Hele mayıs sonrasında. O sıcakta gömlek, kravat, üstüne de ceket. Bizim okul sağolsun "ceketsiz çıkamazsınız" politikası uyguluyordu. 2-3 günde kararan gömlek yakalarımız. Eğer okulda futbol, basketbol oynanıyorsa ilk günde giderdi o gömlek. Gömleği pantolonun dışına çıkarmak yasak. Kravat az gevşek olsa hocanın biri tutar laf eder. Müdür görünce "ökküz evladım" diye başlardı cümleye zaten. Hey gidi Ahmet Türkmen. Gömleklerin tek faydalı yanı vardı orta okul ve lise döneminde. Param olmadığında sınıftaki kızlardan para isterdim. Gömleğin cebinde her zaman para bulundururlardı. O gömlek cepleri olmasa belki taşımayacaklardı yanlarında o kadar parayı.

Pantolonlar da değişmiş tabi. Tişört renklerine yakın renklerde de keten pantolonlar giyiyor yeni nesil. Biz gri kumaş pantolonların nesliydik. Kravatımız da kızların kareli eteklerinin desenindendi.

İşte eski hali bizim kıyafetlerin. (Bilgi yarışmasında çekilmiş; bu da demek oluyor ki; fotoğraftaki zeki çocuğun benim olmam ihtimali kesinlikle yok.)

Bu da yeni halleri sanırım.

21 Eylül 2010 Salı

Kurban - Konser


Ben buna giderim. Tam da işi bıraktıktan sonra, çok iyi denk geldi. Yeni albümü de canlı dinlemiş olacağım böylelikle. İnsanlar albümünü de komple çalsalar ya. Ne güzel olur.

Tarih: 09 Ekim Cumartesi, 21:00

Yer: İstanbul Live

Biletler 20 lira.

20 Eylül 2010 Pazartesi

İnsanlar

Asil insan idare eder.
Aciz insan şikayet eder.
Basit insan iftira eder.

Ve insanlar; görmezler, duymazlar, bilmezler..

18 Eylül 2010 Cumartesi

Karadeniz Gezisi


Baştan söyliyim okumayın bence. Sadece yazmak istiyordum ne zamandır. O yüzden yazdım. Sıkıcı, akıcı olmayan, çok düz bir yazı oldu. Dursun kıyıda köşede.

2 ay olmuş memlekete doğru Düzce'den yola çıkalı. Tam olarak karadeniz gezisi denemez aslında. Samsun ve Trabzon'du duraklarımız. Aradaki yerleri teğet geçtik bir nevi. Sahilde giderken ardı ardına sıralanan ilçeler. Herkesin bahsettiği gibi bir tarafta yeşil, diğer tarafta mavi.

Önce Samsun günleri. Aileyle ve arkadaşlarla gidilen piknikler vardı. Deniz vardı. Bir de şu meşhur Çiftlik Caddesi vardı Samsun'lu arkadaşların hep bahsettiği. Onlar öyle bir anlatıyorlardı ki Çiftlik Caddesini İstiklal Caddesi gibi birşey heralde diyordum. Alakası yokmuş, okuduğumuz şehirde hem de bize göre kötü bir şehirde olunca tabi onların anlatmaları benim gözümde çok daha güzel bir yeri canlandırmış.

Taha'nın güneş olmayan bir günde denizde hafif kızarması, Uğur'la sahildeki gecedeki muhabbetimiz.

Samsun'da bir hafta kaldıktan sonra Ersin ve Serkan Abimiz'le beraber atladık tosuna Trabzon'a. Her geçtiğimiz ilçeyi birimizin geçici memleketi yaptık. İspanya - Hollanda finaline başlamak üzereyken yetiştik ve izledik.

Gelelim Trabzon'daki güzel anlara. Daha merkeze ilk indiğimiz anda; buradan otele nasıl çıkabiliriz diye sorduk bi adama. Serkan abi otelde kalacaktı. Adam anlatmaya başladı şiveyle tabi. Acaip seviyorum şivemizi baştan söyliyim. O anlattıkça hoşuma gitti, nedensiz yere gülme tuttu beni. "Burasi biraz karişuk, bu taraftan gitseniz daha yakin olur ama şurdan daha kolay gidersiniz." Bunu önce bana, sonra Ersin'e en son da arabayı kullanan Serkan Abi'ye "haaa habu mu gidecek" diyerek 3 kez anlattı.

Daha sonra Emrah'lara doğru yola koyulduk. Baya yokuş çıktık. Emrah'a da birkaç çıkışımızda hazır araba varken niye bizi yürütüyosun bu sıcakta diye sövdük tabi.

Akçaabat'ta köfte, Sümela Manastırında yağmur yedik. Öyle bir yağmurdu ki, yağmurda dolaşmayı seven ben bile arabaya ulaşalım artık dedim. Denizden çıkmış gibiydik arabaya vardığımızda.

Samet'in ilişkilerde etiğe önem vermesi,
Kubilay'ın halı sahada ön libero oynamak istemesi,
Emre'nin Boztepe'de gittiğimiz kafe için saat 8'de yer bulamayız orda demesi ve saat 7'den 10'a kadar durduğumuz o kafeye bizden başka kimsenin gelmeyişi,
Ertan'ın kağıt oynarken hep iyi el gelmesi nedeniyle King'te başarılı olamaması, güzel ve hatırlanası anlardı.

Bunu inat ettim tek başıma yedim. Bir daha nerde bulcam. "Yağli"


Gelelim köyde geçirdiğim anlara.
Öncelikle bizim köyün başından sonuna büyükşehir kurulur. O kadar geniş bir alanı var ki.

Kuzine Soba'da pişen yemek ve sonrasındaki çay. Temmuz'un ortasında o sobayla ısınmak, diğerleri serinlemeye çalışırken şehirde.
Tamamen uyumadan geçirdiğim günlerden sonraki akşam yatmışımdır saat 12'den önce yatağa sadece. Köyde normal bir günde 11'de yattım ve uyudum. Temmuz'da bir yorgan ve battaniyeyle. Sabah 4 buçukta kuş sesiyle 10 saat uyumuş gibi dinç bir şekilde uyandım. Güneşin doğuşunu ve doğayı seyrettim kuşların sesiyle.. Köyde evin az ilersinde bir çeşme var. O çeşmenin orada bir koku var. Ve o koku dünyada hiçbir yerde yok. 5-6 yıl arayla gitmiş olduğum son 10 senede o kokuyu başka hiçbir yerde almadım. Ve o kokuyu almak bambaşka. Oralarda hayat çok ama çok farklı. Çok daha saf ve temiz.


Serkan Abim (nam-ı diğer Xavi), Ersin, Taha, Uğur, Emrah hepinize çok teşekkürler. İyi ki varsınız.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Sinirliyim ve Üzgünüm Fazlasıyla


Kaç yıl oldu? Sekiz.. Aynı senaryo içinde kaybederken bazıları, hatayı nerede yaptıklarını sorgulamadılar mı? Her kaybedişin sonrasında aynı şeyleri yaptılar. Destekçileri facebook vb. paylaşım ortamlarında aynı cümleleri kurdular. Bu şekilde devam ettikçe daha çok aynı cümleler kurulur, aynı sonuçlar alınır. 8 yıldır Türk Halkının yüzde bilmem kaçı aptal! 8 yıldır sütten çıkmış ak kaşıklar kaybedenler hep öyle mi?

Her sonuçtan sonra ülke terketmeler başladı klavye üzerinden. Ülke terketmek yerine durumdan memnun olmayanlar taşın altına elini koymaya kalksa; Baykal'dan, Kılıçdaroğlu'ndan ve Süper Zeka! Bahçeli'den çok daha kaliteli olduğuna inandığım gençler gerçekten bir şeyler yapmaya kalksa, farklı bir anlayışla, zihniyetle yola çıkılsa, halka farklı bir yaklaşımda bulunsa bu partiler ve tabanları bugün ülkeyi terketmeyle alakalı şeyler yazmayacaktınız yarın unutacağınız! Çıkan bu sonuçlardan sonra halkı aptallıkla suçlayacağınıza halkı ikna edemeyen o liderleri suçlayıp onları yapıştıkları koltuklarından etmeniz gerekli. Tanıdığım birçok insan var, diğerlerine ikna olmadığı için, diğerlerine daha az inandığı için, diğerlerinin kaybedilen seçimlerden sonraki bu tip tavırlarına inat AKP'ye oy veren.

Müthiş bir genç nesil var. Ama kafasını bilgisayardan kaldırmayan, sadece kaybedilen seçimlerden sonra 2 günlük öfke kusarak birşey elde edemeyeceksiniz. Hala anlayamadınız. Bekliyorum, bir gün bunu anlayacaksınız diye. Ama boşa bekliyorum. Yarın unutacaksınız. Normal yaşantınıza döneceksiniz. McDonalds'da atıştıracak, yataklarda yatıştıracaksınız. Starbucks'ta çok çeşitli kahveleri içeceksiniz, birkaç yıl sonra adını hatırlamayacağınız kişilerle.

Ha bir de şu züğürt tesellisi bulma gayretleri var ya. En çok da onlar komik olan. Aziz Nesin bir laf demiş. Kıyı illeri, balık yiyormuş. Birilerinin memleketinde %50'den fazla hayır oyu çıkmış. Her seçim sonrası hatırladığınız muhabbetler. Övünmek için bunları bulacağınıza artık düşünerek çözüm bulun.

Ben hiçbir tarafında değilim bu yaşananların. Ve inanın bana acıyarak takip ediyorum. Üzülüyorum bu halinizi görünce. Gerçekten üzülüyorum ve moralim bozuluyor bu şekilde birbirini kıran bu arkadaşlarımı görünce. Resmen birbirini aşağılıyor bu arkadaş olan kişiler. Ve tiksinmeye başlıyorum artık bu aynı senaryoyu izlemekten.

Daha kabaca ve özetle;
Tiksindim ulan herkesin çok bilmiş tavırlarından. Madem bu kadar çok biliyorsunuz gidin siz şu liderlerin yerinde olmaya çalışın. Evet diyeni de hayır diyeni de karşıdakini neredeyse aşağılıyor. Ulan düşmeyin şu tuzaklara. Gelmeyin gaza artık be. Vallahi bıktım şu halinizi görmekten. Nedir bu sapkınlık. Bu ideolojilere bağlılık.

Herkesin kafasında tek bir doğru var inandığı. İnandığı olmayınca da yakıp yıkıyor ortalığı önündeki klavyenin tuşlarından "ATEŞ" yazarak. Sanki herşeyin sonu gelmişçesine. En büyük sorun bu. Yıkılması gereken düşünce de bu.

9 Eylül 2010 Perşembe

Bir Naylonun Önemi


Bir İğnenin Önemi'nden sonra 2. şort kazası bu. Bu kez önem kazanan naylon oldu. Çalışırken taşıyor olduğum 120 adet 330'luk kutu kolaları(hepsini aynı anda tek seferde) yere indirirken kopan şortun düğmesi, beni çarşının orta yerinde elim belimde bir halde çalışmaya zorladı. Tabi daha öncesinde ben şortun düğmesini zorladım ki koptu. Depoya geldiğimde kola paletlerinin etrafını saran naylonlardan kemer yaparak, iğneden sonra bir naylonun da önemini kavramış bulundum. Karpuz kabuğundan gemiler yapmama az kaldı. Hazır olun.

Bu arada bu şort o önceki şort değil. Yani sorun şortta değil iplerde. İp dayanmıyor belime. Neyse belime kuvvet.. Bir sonraki düğme kopuşunda nasıl bir çözümle gelicem görelim bakalım.

7 Eylül 2010 Salı

Bitter Sweet Symphony - Sober





Bu iki şarkıyı bu akşam şu durumdayken dinledim ve hissettirdikleri;

Ford kamyonetle kasabanın birinden boş kasa kola ve bozuk kola dolabını getiren bir işçiyken Bitter Sweet Symphony ve Sober dinlemenin verdiği tebessüm.

İstediğin işi yapamıyorsun zamanında mezun olamadığın için, hala öğrencisin ve yaz tatilinde günü kurtarmak için kısa süreli bir işte çalışıyorsun ama o anda en azından istediğin müziği dinliyorsun ve bu bile o an için az da olsa özgür hissettiriyor. Yanında beraber çalıştığın adam senin için ne biçim müzikler dinliyo lan bu diyor içinden. Umursamıyorsun. Sağanak yağmurda, çamurdan aldığın kasaları atmışsın kamyonetin arkasına, ilk kez kullanıyorsun bir kamyoneti ve dinliyor olduğun müzik. Ufak da olsa mutluluk veriyor işte. Zaten büyük bir mutluluk yok ki bu hayatta inandığım.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Gelabale Gelabale(Gel haböle) Slovenya


A Milli Basketbol takımımız son sürat yoluna devam ediyor. Sırada Slovenya var. Zor maç olacak bence. İnanıyoruz onları da geçeceğiz.

gelabale gelabale slovenya
bişe diyeyim sağa

5 Eylül 2010 Pazar

İronik


"Dürüst ol da siyasetçi zannetsinler" derken duydum bugün televizyonda Başbakan'ı. Evet dedi. İçimden van minüt diye geçirdim ben de. Ben tam tersini biliyordum. Ama sen tam terrrsiinniiii söylediin. Sen tam terrrsiiinnniii söyledin.

Recep Tayyip Erdoğan'ın yeni incisi. Devlet Bahçeli'ye diyordu bunu sanırım bir de. İnci sözlükçüler alınabilir. ccc inci alınır ccc

Sakin - İlk Yara

Önder; sonrası kime hitap eder ancak? :)

4 Eylül 2010 Cumartesi

Anlayamadıklarım

Özellikle Taksim'de İstiklal'in girişindeki Burger King'in kapısına "Lütfen İşemek İçin Girmeyiniz" ve "Lütfen Artık Başka Bir Buluşma Yeri Bulunuz" yazmaması.

Mehmet Ali Erbil'in hala çarkıfelek gibi bir faciayı sunuyor olması ve insanların da izlemesi. (Bunu 5 yıl önce de söylemiş olsam sırıtmazdı.)

Bir insanla konuşurken, o insana karşı kurulan cümle içinde "be" kelimesi geçince küsmesi. Yani "be" kelimesine alerjisinin olması. Cümle içinde örneklemek gerekirse: "Ali ata bak be." "Hasan hasta oldu be." "Vah vah vah be."

Kuru fasulyeyi çatalla yeme çabası. Evet şahit olmuştum.

En az benim kadar garip olan telefonumun şarj aletiyle şarj olmayıp, bilgisayara USB bağlantısıyla bağladığımda şarj olması. Şarj aletiyle USB aynı girişten bilgisayara bağlanıyor. Herhangi bir şarj aleti ise şarj etmeyi başaramıyor.

İnsanların siyasetçilere inanıp, üstüne de onları savunması.

İnsanlardaki bitmek bilmeyen para kazanma hırsı. Bu hırs uğruna gözlerinin kör olması. Hep daha fazlasını istemeleri. Hep Pepsi'nin insanların bilinçaltına yerleştirdiği bir durum bu.

Daha birçok anlayamadığım şey olmasına rağmen aklıma şu anda bunların gelmiş olması..

Çay Tost Ayran Vol. II

Biz de açığız.

2 Eylül 2010 Perşembe

Sevgiliye Son Kez Sarılmak


Bilerek, ama bilmemezlikten gelerek, bir şeylerin yoluna gireceğini umut ederek olanı da en acısıdır.

Daha sıkı mı sarılmak ister insan?

Yoksa ilişkinin eskisi gibi olmayan seyri nedeniyle içindeki burukluk; o son sarılmada son olduğunu bildiği için aslında sıkıca sarılmanı engeller mi içgüdüsel olarak?

Ya da sarılmak istersin ama seni kaybediyorum, nasıl sarılsam daha az acı verir mi dersin?

Hepsini dersin aslında. O 3-5 saniyelik sarılma anında hepsini düşünürsün bunların. Ve o 3-5 saniye içinde tüm bu düşünceler arasında çok sıradan, saçma sapan, hatırlanmayacak bir şekilde, sanki acil bir yere gidiyormuşsun gibi sarılır ayrılırsın. Ve sonra gözünün önünde o son boktan vedalaşma vardır. Bitmiştir. Bir daha sarılmayacaksındır. O anda farklı bir şeyler olsaydı değişir miydi bazı şeyler?