Okumadan Geçme

Facebook

29 Mart 2010 Pazartesi

Karmaşık

FARKLI ZAMANLARDAN AYNI KİŞİNİN FARKLI RUH YANSIMALARI

*ağlayan gözler aslında gülermiş bakarken ardımdan , özledim derken aslında başkası geçermiş aklından

*ne kadar ağlatırsan o kadar hatırlanırsın, ne kadar sevindirirsen o kadar siklenmezsin...


*bir boşluk ki nasıl insanla dolsun , bilmiyorum var mı daha acısı

*wasted moments won't return and we will never feel again

*bir boşluk ki nasıl insanla dolsun, bilmiyorum var mı daha acısı!biraz da işte geldik gidiyoruzun hüznü..bilmezler ne gelmiş başa

*Avuçlarında hissetmek varken birinin ellerini.Sıkıca tutup sevmekten,güvenmekten korkar olmuşuz...

*dünya dediğin 2 gün; bir dün, bir de bugün yarın varmı ki???

*herşey bitti onlar seçti, masum aşklar o günler geçti!

*içime sızmış benim

*zorda kaldığım tüm zamanlarda andığım sendin

*yepyeni bir hayat bekliyor bilinmeyen; içinde umut var, belki de yeni bir son!

*yıkanmış beyinlerin kirlenmesi lazım hayatın renkleriyle

*ne gidebiliyorum ne de bu kahrı çekebiliyorum.. aranızdan gidicem gidicem..hastayım diyorum, değilsin diyolar..

*seviyorsa mutlu et, sevmiyorsa siktir et



*İki çocuk yanyana oturduğumuz kapının eşiğine kendi başıma zor sığıyorum bugün. Büyüdükçe insan yalnızmı kalıyor ne!

24 Mart 2010 Çarşamba

Adana Notları ve Bazı Gerçekler


Öncelikle görüyorum ki hakkımda bir takım karalamalar dolaşıyor alt tarafta, her zaman doğruları savunan bir insan olarak gerçekleri açıklamam gerektiğini düşünüyorum.

Aslında hafta sonu için planım uzun zaman sonra İstanbul’a gidip özlediğim yerleri dolaşıp sevdiğim insanları görmekti. Adana görevi çıkınca beynimin organizatör kıvrımları işi ele aldı ve planda değişikliğe gidip İstanbul gezisini tekrar ertelemek durumunda kaldım.

Verdiğimiz karara göre iş çıkışı ben Kayseri’ye gidecektim otobüsle ve oradan Hasan’la Ankara-Adana trenine binecektik. Aslında mantıklı olan benim doğrudan Ankara’dan trene binmem ve Hasan’ın Kayseri’den bana katılmasıydı ama nasıl olduysa otobüsle Kayseri’ye gidip oradan trene beraber binmeye ikna edildim. Muhtemelen bunda otobüs biletini Hasan’a itelememin payı büyüktü. :)

Gram uyku uyuyamadığım bir otobüs yolculuğunun ardından Kayseri’ye geldim ve öğrendim ki bu adam daha hala evde msn başında Rize’li oğlanlar hakkında sohbet ediyor. Gayet kibarca yazılmış bir kısa mesaj aracılığıyla gelmesini rica ettim ve buluşup yemek yedikten sonra gara doğru yürüdük. Adana bazlı giyindiğim için yol boyunca bir güzel dondum.

Gara vardığımızda saat gece 12’yi geçmişti. Biletleri aldığımda öğrendim ki tren burada durmayacakmış ve saat 1.45’de servisle bizi trenin duracağı yere götüreceklermiş. Trenin geliş saati 1.45 geç kalmasak bari diye düşünürken bilmiyordum tabi trenin aslında saat 3 buçuğa doğru geleceğini. Ki 1.45 de gelen servis bizi götürmedi bile o Ankara’ya gidecekleri götürecekmiş, bizi götürmeye 3’e doğru tekrar geldi. Ana yurdu dört baştan demir ağlarla örmüşüz ama zamanlamayı oturtamamışız a dostlar.

Müzik, muhabbet, i phone’lu amca derken saati doldurduk ve servisimiz teşrif etti en sonunda. Benim mp3’ümün şarjı iki dişe düşünce zor zamanlarda kullanmak üzere kaldırdım ve Hasan’ın discman’e yancı oldum. O kadar uykusuzdum ki benimle yaşıt O302 otobüsle bineceğimiz yere giderken kafam bir zamanlar moda olan hani arabaların torpido üstlerine falan yerleştirilen kafası oynak köpekler gibi sallanıyordu. Bilincim yerindeydi lakin, Pink Floyd’dan Wish You Were Here çalıyordu.

Otobüs bizleri öyle bir yerde bıraktı ki bizleri orada kesseler, Peter Petrelli bile gelip kurtaramazdı çünkü bulamazdı orayı, o kadar ücra bir yer. Allah’tan tren orada fazla bekletmeden geldi de sağ salim binebildik. Tahmin ettiğim gibi yerimizde vatandaşın biri uykusunun en derin yerindeydi. Şiddetleri eksponansiyel olarak artan dürtmelerime en sonunda dayanamayarak uyandı ve biz de geçtik yerimize. Yol arkadaşım hemen kaptı cam kenarını bütün yol boyunca fosur fosur uyuyacağını ikimizin de bildiği halde. :)

Güzel geçen bir yolculuk sonunda indik Adana garına. Benim yaz diye bildiğim mevsim şu an orada yaşanıyordu. Gündüzleri t shirt’le dolaştık, akşamları bir hırka yetti bizi sıcak tutmaya. Haliyle iner inmez temizliği tescilli gar tuvaletine uğrayıp yaz moduna geçtik. Bizi bekleyen sürpriz ise almaya gelecek olan arkadaşımızın uyuyakalmasıydı. Seviyorum arkadaşlarımı. :)

Kabul etmeliyim ki Çukurova Üniversitesi’nin manzarası gerçekten gördüğüm kampüslerin en iyisiydi. Muhteşem manzaraların içinde uzun süre dolaştık. Ve lanet olsun içimde ki doğa aşkına ki bir fotoğraf uğruna pantolonumdan oldum. Ağaca tırmanırken ya rahat bir şeyler giyin ya da 1.5 metre yükseklikteki dala bacağınızı atarak tırmanmaya çalışmayın. :)

Eden bulur kanunu dolayısıyla eve gidene kadar birçok dalga geçilmeye maruz kaldım. Otobüs beklerken, ‘oğlum boşuna para vermeyelim bacağını hafif arala illa ki bir duran olur.’ ve bindikten sonra da ‘ rahat otursana, aç bacaklarını şöyle yayıla yayıla gidelim.’ gibi birçoğuna. Ama bana en dokunan nefret ettiğim bir şeyi yapmak durumunda kalmamdı. Güya sportmen kişiliğini insanların gözüne sokan kişiler gibi hırkamı belime bağlamak zorunda kalmıştım. Eve kadar manken yürüyüşüyle gitmem de tuzu biberi oldu. Aslında bu bile dolaylı olarak Hasan’la ilgiliydi çünkü pantolonları değişmiştik birkaç ay önce! Toplasan 20 kere giymediğim canım 507’yi alarak bana bir sene boyunca her gün giydiği kotunu vermişti. ‘Neden aldın, mal mısın?’ demeyin hemen onun da bir hikâyesi var. :)

Paçasını daraltsın diye verdiğim terzi pantolonun içine edip, bacak kısmını adeta bir tayt haline getirmişti. Ve o terzi neredeydi dersiniz? Evet doğru tahmin, Kayseri’de. Hasan’ın terzisinden de bu beklenirdi zaten. Ceza olarak Hasan’la değişmeseydim de ne yapsaydım?
Allah’tan Mehmet’in ev arkadaşının bedeni tutuyordu da onun pantolonunu giyerek gittim çarşıya, yeni pantolon almak için. Kadere bakın ki yine bir 507 kısmet oldu.

Adana’da tanıştığımız olaylardan biri de muzlu süt oldu. Ama bildiğiniz muzlu süt değil, işin içine kesirler giriyor. 1/2, 2/3 şeklinde veriyorsunuz siparişi çünkü 1 tam aldığınızda bir büyük bardak ve bir orta boy bardak veriyorlar. Tadı muhteşemdi.

Gelelim şu ünlü carting mevzusuna. Şimdi binmeden kararlaştırmıştık, herkes çizgiye gelecek ve aynı anda başlayacağız diye. Lakin ezeli rakibim ebedi dostum Hasan biner binmez bastı gitti, bahanesiyse benim arkasından hareket ettiğimi görmüş. Ben sadece çizgiye gidiyordum hâlbuki. İlk turda önümde spin atan kız yüzünden az daha giriyordum ben de ona. Ustaca hamlelerle kurtardım ama vakit kaybettim bu yüzden de ikinci olarak tamamladım yarışı. Gerçek budur dostlarım işte.

Dönüşte eve doğru muhabbete dalmış yürürken 1 metre öteden gelen yüksek desibelli havlamalarla ödümüz patladı ve o an üçümüz birden olduğumuz yerde kitlendik kaldık. O an korkutulunca kasılıp devrilen keçiler gibi hissettim kendimi. Önceden tecrübeli bir insan olarak aramızdaki duvara aldanmayıp, her Türk gencinin yapacağı gibi köpeğe nanik yapmadım; sessizce yolumuza devam ettik.

Ve tabii ki akşam yemeği Adana Kebap’tı. Diğer arkadaşlarım köz biberlerini yemediler ve ben kendiminkinin o acısız muhteşem tadına aldanarak onlarınkileri de aldım. Gururlu olmak zormuş arkadaş cidden, gözlerimden şapır şapır yaşlar dökülerek yedim biberleri. Sanki ağzımın etrafında akupunkturun mazoşist versiyonu uygulanıyor gibiydi.

Adana’nın yemek olayı gerçekten çok iyiydi. Yemekler güzeldi ve fiyatlara gerçekten şaşırıp kaldım. Yemeğe verilen paraya acımayan biri olsam da başka yerde aynı yemeklere 3 kat para ödediğim için üzüldüm cidden.

Ertesi sabah her zamanki gibi uyanmak bilmedi arkadaşlarım. Bazen düşünüyorum da benim Hasan’a uyansın diye yaptığım işkenceler ahirette bana kötü bir şekilde geri dönecek heralde. Üzerindeki örtüleri kaldırıp dımdızlak bırakmaktan tutun, ıslak elimi sırtından aşağı sokmaya kadar türlü işkenceler uyguladım. Saatin 11’ken saatin 2 olduğuna ikna etmeyi denedim. Hiçbiri işe yaramadı düşünün. Bu adamı uykudan uyandırmak, ucundaki bantı dağılıp tel tel dağılmış olan ayakkabı bağcığını tükürükle bütünleştirme metodu uygulanmadan delikten geçirmekten daha zor.

Sonunda uyandıklarında muhteşem ötesi bir menemen hazırladım. Parmaklarını geçtim tavayı yiyeceklerdi az daha.

Çoğunluğu pes oynamakla geçen sürenin ardından maç saati geldi ve yerimizi aldık. Adamlar resmen tribün yapmışlar karşıda iki tane projektörle maç yayını yapıyorlar. Trabzon en az Hasan’ın pes golleri kadar ballı bir şekilde golü attığında bir tek Hasan ayağa kalkıp sevindi. Aha dedim şimdi boku yedik kavga çıkacak. Nitekim orası Adana’ydı. Alakasız bir maçta birkaç sarhoşun gelip ‘En büyük Adana Demir Ulan!’ diyip birkaç kişiyi bıçakladıkları şehir. :)

Gecesine Hasan döndü, projesi varmış çalışkan (!) arkadaşımın. Ertesi iki günde işlerimi hallettim. Bol bol pes oynadık ve bugün tam 7 saatlik kıç çürütücü bir yolculuğun ardından geldim 4 ayımı daha zindan edecek şehre. Neyse dostlar benden şimdilik bu kadar. Esen kalın.

Bonus 1 - Doğayı sevmenin bedeli ve uğruna pantolon verdiğim manzara.


Bonus 2 - Artık açılı fotoğraf out, artistik pozlar in.


Bonus 3 - Hasan'ın her yerde uyuyabildiğinin kesin kanıtı.




23 Mart 2010 Salı

Adanalıydıkh



Haftasonu Adana'ya ani bir kararla çıkarma yaptık. Ersin Ankara'dan önce Kayseri'ye geldi. Kayseri'den beraber trenle gidecektik ucuz diye. Yurdum treni her zamanki gibi rötar yaptı tabi bizi yanıltmadı. Yukarıdaki fotoğraflar Kayseri Tren Garından. Amcamız Gar'da bulunduğumuz 3 saat boyunca elindeki iPhone ile haşır neşir oldu bu pozisyonda :) Neyle uğraştığını çok merak ettim o kadar zaman.

Trenlerin rötar yapmaları kötü bir yanı olsa da, güzel yanı içinde canın sıkılınca vagondan vagona dolaşıyorsun geziyorsun filan. Aradaki bölmelerde de sigara içebiliyorsun. Yol boyunca Ersin naptı derseniz? Cevabını vermek çok kolay benim için. UYUDU! :) Ben de son 1 saatinde dalar gibi oldum işte her zamanki gibi. Ersin'e göre camış gibi uyuyorum yolda ben o ayrı tabi.

Trenin rötarından sonra sabah vardık Adana'ya. Üstümde mont içinde kazak. Adana tabiri caizse yanıyo üstümdeki kıyafetlere göre. Adana'da yanına gittiğimiz arkadaşımız Mehmet de uyuyakalınca ikinci rötarımızı yapmış olduk.

İlk önce Çukurova Üniversite'sinin muhteşem manzaralı kampüsüne gittik tabiki. Kayıkhane'ye indik. Mart ayında yüzüyodu millet. Oha dedim bu havada yüzenin aklını dedim. Sonra kampüsün içinde Durak Cafe mi Son Durak mı ne bi cafeye gittik oturduk filan. Daha sonra gölün kenarına inme ve doğayı keşfetme girişimlerimiz arasında Ersin bi ağaca tırmanırken cırt Ayşe Teyze oldu. :) İn merkeze doğruca. Pantolon alımı filan. Sonra Karting'e gidelim dedik. Dedim yapmayın etmeyin geçerim sizi alırım anahtarınızı. Sonuç: Tabiki de birinci oldum. Ama zevkli olay yahu. Mehmet peşimden geldi geldi her virajda nefesini ensemde hissettim nerdeyse. En sonunda bi spin attı. Damalı bayrağı rahatça gördüm. Ersin Mehmet'in spin atması sonucu 2. oldu. Bu 1.liğime leke sürmek isteyecektir Ersin :)

Pazar günü ise Cumartesi gününün yorgunluğuyla baya geç kalktık. Trabzonspor - Galatasaray maçını izlemeye GreenPeace diye bi mekana gittik. Cafe değil stadyum mübarek 250 metrekarelik 5 farklı alan ard arda dizilmiş. Projektörlerle dev ekranda maç keyfi. Bir de anfi gibi yapmışlar. Bildiğin stadda izliyosun maçı. Neredeyse tamamı Galatasaray'lılardan oluşan o kalabalıkta attığımız gole tek başına sevinmem ve oradan mutlu ayrılan çok az kişiden biri olmam ayrı bir güzellik kattı. Ersin'e durup durup; o değil de nası çaktık diyemeyeli baya zaman olmuştu :)

Benden bu kadar. Fotoğraflar'ın çoğu Ersin'de. Fırsat bulduğu zaman ekleyecek ve yazıma cevap verecektir :) Son olarak video ile bitireyim. Başladığım amca'nın video'su.


Kediler


Uzun zamandır üçümüz de hiç bir şey yazmadık. Mart ayı; birkaç aylık geçmişte ve gelecekte en kısır ay olarak geçecek bu blog tarihine bizim adımıza. Normal tarihin umurunda değil tabi. Biz hiçbir şey yazmazken kediler Mart ayını iyi değerlendirmişlerdir illa ki.


Yazacak çok şey birikti bu dönemde. Yeniden başlıyoruz.

3 Mart 2010 Çarşamba

Bilinmeyen Güzel Şarkılar #4

Uzun bir süredir blogla ilgilenemiyorum. Nitekim şimdiki de bir ‘Bilinmeyen Güzel Şarkılar’ yazısı ve bir öncekiyle arasında sadece 1 yazım var, o da aslında benim değil.

Sonunda uzun zamandır beni oyalayan işlerimde sona geldim. Artık daha sık aralıklarla yazabileceğimi umuyorum.

Bugün başına oturduğum bilgisayarda 60 gb’lık muazzam bir müzik arşivi vardı. Mc Hammer’dan tutun Deep Purple’a kadar ne ararsanız var içinde. Makam makam ayrılmış TSM eserleri bile vardı yani.

Karıştırmaya çok az fırsat bulmuş olsam da eski günlere dönmeye yetti. Hani şu 5 milyona 60’lık kaset çektirdiğimiz günlere. Bu sefer ki şarkılar da oradan zaten. Neyse sözü fazla uzatmayayım. Umarım dinlediğinizde sizi de o günlere götürmeyi başarır bu şarkılar.

Des'ree - You Gotta Be



Jennifer Paige - Crush



Götürdü değil mi? :)

1 Mart 2010 Pazartesi

Doğaçlama #2 Sanattan Bir Gıdım #2



"Saniye SaniyeAşk" filminin gösteriminden kısa bir süre sonra Yönetmen-Oyuncu-Senarist yeniden Sanattan Bir Gıdım'da :) Doğaçlamaya devam.