Okumadan Geçme

Facebook

31 Mart 2011 Perşembe

Çok Saçma

Son 10 günde bitirme ve bir diğer projeyle uğraşırken haliyle bitirmeyi aldığım hocayla da neredeyse her gün görüşür olduk. Bu sık görüşme trafiği sonucu hocanın da içinde olduğu saçma bir rüya görmek kaçınılmaz oldu. 4 gündür sabah 9 civarında hoca tarafından aranılarak uyandırıldığımı da belirteyim.

Geçelim rüyaya; dönemin sonuna gelmişiz, tüm dersleri geçmişim. Hatta almadığım dersleri de geçmişim. 3-4 tane hiç bilmediğim fazladan dersler var geçmiş olduğum. Yöneylem'i bile geçmişim bi de. Tövbe estağfurullah, kıyamet alameti. Bunu da bize dağıtılan karnelerden anlıyorum. Nasıl bir saçma rüyaysa karne filan aldık işte. Bizim bölümde olmayan Önder'e de bizim bölüm tarafından veriliyordu karnesi.

Rüyanın devamında bitirmeyi aldığım hocayla beraber otururken Önder yine rüyanın içinde; rüyanın ilerleyen kısmında hocanın diyeceklerine binaen anlık kahkahasını atmak üzere. Bitirme projesinde fabrikalarda yaptığımız çalışmalardan dolayı hoca övüyor beni. Bu da kıyamet alameti II. Önder'in güldüğü yer burası değil. Beni överken şöyle de bir cümle kuruyor ki ben de içimden kahkaha atıyorum. "Hasan'ın çok katkıları oldu, hatta Hasan'ın hep söylediği bir şey var" diyor ve benim özdeyiş gibi kullandığımı söylüyor şimdi hatırlamadığım İngilizce bir cümleyi. Rüyada içimden güldüğüm bu kısma, rüya esnasında sesli gülmüş olabilirim. Keşke uyurken yanımda uyanık birileri olsaydı.

Bu saçma rüya bu hale gelmişken telefon çalıyor ve arayan tabi ki yine hoca.

27 Mart 2011 Pazar

Yasağınızı Mickey Mouse

Yasağınızı bilmem ne yapayım diyesim geliyor artık. Bilmem ne yapayım kısmına onlarca küfür yazabilirim. Ve erişim engelli olan burada hiç de abes kaçmaz. Aşağıda yazdığım türden bir şey olsa, gündem olsak filan. İlla böyle şeyler mi yapmamız lazım hakkımızı alabilmek için. Çok sıkıldım artık saçmalıklardan. Vallahi çok sıkıldım.

Burada yüzlerce link verebilirim blogger haricinde ligtv yayını yapılan sitelere ait.

Ya da nasılsa engellenmiş ya burası. Engellenmiş olmasına layık porno yayınlar mı yayınlayayım.

Ya da bu yasakta rolü olan herkese ana avrat söveyim mi. İsim vererek. Nasılsa yasaklı site. Yasakladığınız için göremezsiniz değil mi. O yüzden sayıp sövsem ayıp olmaz değil mi?

Böyle bir bildiride, harekette mi bulunmak lazım illa ki. Yasağın ilk çıktığı gün taslaklara kaydetmiştim. Bunu yapsak işe yarar mıydı.

----------------------------
Tek isteğim suçu olmayan insanlara özgürlük. Bir mahkumun açlık grevine girmesinden farksız bu, açlık grevi. Bizler bu saçma sapan yasaklarla dışarda yaşayan mahkumlara dönüştürülüyoruz.

Bir insanın hayatı mı? Yoksa o saçma sapan yasaklar, kısıtlamalar mı? Bu sınavdaki seçiminiz hangisi? Doğru olanı yapmaya yeltenebilecek misiniz?

Yasa değişikliği istiyorum sadece. Çok mu fazla şey istiyorum ki? Bu şekilde anlamsız yasakları engelleyecek bir yasa değişikliği istiyorum. Bizim buralarda birşeyler yazmamızı engelleyecek yasalar değil.

Sizler bir insanın, hepimizin özgürlüğünü kazanabilmek adına canını ortaya koymasına değer misiniz?

Bloguma dokunma adlı bir facebook sayfası açılmış. Yarın bir gün facebook da engellenir. Kökünden çözüm aramadıkça, özgürlüğün elinden alınmasını da engelleyemezsin.

Bu bir sınav Türkiye için.

Bu bir mücadele "Özgürlük" için.

Sen bu mücadelede neredesin?
----------------------------

17 Mart 2011 Perşembe

Macera Dolu Organize

Dün Organize Sanayi'deki bir fabrikaya gidiş ve dönüşteki paha biçilemez maceram. Yaptığımız proje kapsamında fabrikayı video'ya çekmem gerekiyordu ve bunun için gittim.

Macera şöyle başladı. Bölümün kamerasına şu küçük DVD'lerden almam gerekiyordu ve benim cebimde sadece 10 lira vardı. 10 liranın 2 lirasıyla organizeye kadar gitmemi sağlayacak otobüs bileti aldım. Kaldı mı 8?(Dohuz kalsa çok iyi olcaktı) Kalan 8 lira da DVD almama yeter diye düşündüm. "Küçük DVD ya ne kadar olacak ki fiyatı? En fazla 5 liradır" dedim. Değilmiş, 10 lira olan DVD'yi, "ya 8 liram var, sonra bıraksam" diyerek aldım fotoğrafçıdan.

Fabrikaya gittim çekime başladım. O 10 liralık DVD 30 dakikalık çekim yapıyormuş. Oyalana oyalana video'yu çekmeme rağmen saat 2'de bitti işim. Fabrika'nın çıkış saati 6'ydı. "4 saat burda kim beklicek amaaaaaaaaan üüfffffff" diyip cebimde 5 kuruşsuz bir şekilde çıktım fabrikadan. Tabi biletim de yok hiç. Eve ulaşmam için de 3 araç değiştirmem gerekiyor. Şöyle ki;

Otobüs > Tramvay > Otobüs

3 aşamadan oluşan macera başlamış oldu bu şekilde.

Step 1: Fabrikadan Tramvay'a gitmek;

Fabrika'dan çıktım ve otobüs durağının oraya gittim. Otostopla kendimi tramvaya götürme hayallerim var. Ben durakta beklerken bi' adam geldi. Biraz konuştuk filan. Otobüsün geçip geçmediğini sordu. "1-2 dk önce geçti bi tane" dedim. Adam da sormadı "sen niye binmedin?" diye. Ben de diyemedim haliyle "abi böyle böyle". Neyse adamla konuşurken otobüs geldi. Adam binerken "hadi abi iyi günler" dedim.

Adam otobüsle giderken ben yürümeye başladım. Otostop çekmek de bana garip ve komik gelen bi' olay. Kaldırıyorum elimi bomboş arabalar geçiyor bir çoğu ben orada yokmuşum gibi, beni görmezden gelerek geçiyor. 2 tanesi de benim Necmettin Erbakan misali baş parmağımı göstermeme karşılık(otostopçular bilir) el sallama selamı verdi. Ulan sanki selam veriyorum ben sana. Bi' de gelmiş el ediyosun bana zırto. Tam insanlığın öldüğüne inanmaya başlamışken 1990 model bir Kartal durdu. Zaten ne varsa eski ve yerli araba sahiplerinde var. Tramvaya kadar bıraktı beni sağolsun.

Ben de bu süreçte 1 liranın değerini anladım. 1 liram olsa bunlar olmayacaktı. Gerçi 5 kuruşun bile değerini anlamış adamım ben vakti zamanında. Cebimde 45 kuruş varken 50 kuruşluk tuvalete giremediğimde "5 kuruş sen ne büyük bir parasın" demiştim.

Tramvay'dan sonrası için düşüncelerim Meçhul Şarkıcı - Garibim.

Bu ilk aşamanın başında Funda'ya da durumu mesajla bildirdim ve kendisi "Tramvay'dan inmeyi başar, ben sana destek çıkarım" dedi sağolsun.

Step 2: Tramvayla Meydan'a gelmek;

Tramvay'ın oraya geldikten sonra, yerlere bakıyorum birileri 1 lira düşürmüş müdür acaba diye. Yok nerde. Bekledim bi' 5-10 dakika. Tanıdık kimsenin geleceği filan yok. Zaten Organize Sanayi'de kimi görcem tanıdık. Cebimdeki çakmağa karşılık 1 bilet istiyim diye düşündüm önce. Sonra "ayıp olur lan" dedim. Gidip söyliyim adam gibi. Az önce Kartal'ı olan abi insanlığın ölmediğini kanıtladı hem.

- Abi sabah olan bi aksilikten dolayı hiç param kalmadı. Biletim de yok. 1 binişlik bilet alabilir miyim? Sonra öderim gelince.
- Tamam olur tabi. Ne aksiliği oldu sabah?
- Ya abi hiç sorma. Kameraya CD aldım sabah. Ben ucuz bişey sanıyodum. Ufacık CD 10 liraymış ya.

Bu diyalogtan sonra Tramvay'a biniş aşamasını da başarıyla hallettim ve meydan'a ulaştım. Meydan'dan sonrası Funda'nın da sayesinde kolaydı zaten. Funda'ya daha detaylı şekilde anlattım olanları. Zaten bu süreçte baya bi gülmüştüm. Anlattım yine güldük.

Step 3: Meydan'dan eve gitmek;

Funda'nın sayesinde bu aşama en kolay olanıydı. Otobüste malak(salak) gibi güle güle eve geldim. Bitti. Özel teşekkürler Funda'ya.

15 Mart 2011 Salı

Otomasyon'a Bağlamış Öğretim Görevlileri

Bir dersimiz var "Endüstriyel Otomasyon" adında. Bölümümüz dışından bir hoca geliyor derse.

Geçen haftaki derste çok uykusuzdum. Gece Ankara'dan gelmiştim ve yolda uyuyamıyorum malum. Sabah Kayseri'ye geldiğimde evde uyumak yerine derse gitmeyi tercih ettim. Hata etmişim.

Dersi slaytı açıp okuyarak işleyen hocamız ve benim uykusuzluğum birleşince kafamı daha fazla tutamadım ve sıranın önüne koydum. Sınıfta çıt çıkmasına, bir öğrencinin yanındaki öğrenci arkadaşına "a" demesine bile karışan bu hocamız; "uyuyan arkadaşlar çıkabilirler, imzalarını da atmışlardır" dedi. Değeceğini bilsem, uykusuzluğumdan dolayı üşenmesem, kendisine şu cümleyi kuracaktım:

- Size şu an cevap verebildiğime göre uyumuyorum. Siz dersinizi işlemeye, yani slaytlarınızı okumaya devam edebilirsiniz! Çıkmamı gerektirecek bir durum yok.

Hiç birşey demeden çıktık arkadaşla sınıftan.

Aynı hocanın bu haftaki dersindeki gariplikler ise şöyleydi.

Şunu da söyleyeyim. Dersi işleyiş şekli ve işlediği konular bölümümüzle çok alakasız. Geçen yıl Elektronik Mühendisliği kökenli hoca geliyordu, elektronikle alakalı çok fazla şey anlatıyordu. Bu hocamız ise Makine Mühendisliği kökenli ve sistemlerdeki mekanikle tüm yılı bitirecek gibi.

Her hafta slaytlarının yanında 100 küsür sayfalık pdf dosyaları da getiriyor ve bizlere de veriyor bunları. Sonraki hafta o verdiği pdf'lerdeki şeylerden soruyor ara sıra okurken slaytlarını. Kimseden ses çıkmayınca da "Niye okumuyosunuz onları. Okumayacaksanız boşuna uğraşmıyım ben onları bulmak için" diyerek triplere giriyor.

Sınıfta biri hapşırınca söylediği de şu oldu: "Üşüyorsanız, pencereyi kapatabilirsiniz." Hadi canım? Ulan o hapşıran çocuk ben olcaktım ki. "İzin verdiğiniz için teşekkür ederim" diyecektim bi' de.

Bu yazdıklarımı kelimesi kelimesine söyledi. Ben derste not tutmak yerine bunları tutuyorum işte. Valla imkan olsa da bir kez şu derse girebilseniz.

Bir şey daha oldu da derste. Onu da yazmıyım artık. Uzun olacak iyice. Yorumlarda yazarım belki.

Bu hocamız daha genç. 1-2 yıl önce Araştırma Görevlisiymiş sanırım. Ama bu genç yaşına rağmen "Şuster'in deyimiyle" 60'ların futbolunu oynuyor hala.

Şimdi gelelim ana fikre. Neden benim okulumda bir tane bile orjinal hoca yok? Neden en yaşlısından, en gencine hepsi aynı? Neden hepsi böyle gelmiş böyle gider'in figüranlarını oynuyor? Neden hepsi otomatiğe bağlamışlar? Çok iyi bir sistemmiş gibi her biri sistemin içine sıradan bir şekilde neden dahil oluyorlar? Benim bile aklıma daha faydalı olması adına; ders işleme ve sınavlardaki soru sorma tarzına yönelik çok değişik fikirler gelirken, neden her gelen aynı eskilerden gördüğü şekilde devam ediyorlar? Sürekli aynı şeyleri yapmaktansa, yeni şeyler için düşünmek, yeni şeyler denemek çok daha keyif ve haz verici değil mi? Her yıl aynı şeyleri yapmaktan hiç mi sıkılmıyorsunuz sayın hocalarım?

Bu anlattıklarımdan bağımsız olarak; Üniversitelerdeki bazı "Öğretim Görevlilerinde" IQ seviyesi yerlerde. Ben arada bir bunu görüyorum.

10 Mart 2011 Perşembe

Görünüşe Göre Yargıda Bulunanlar

Sevmediğim insan türlerinin başında gelirler. Bugün yaşadığım olaydaki gibi. Alttan alttan imalı şekilde yapıyorlar ya bunu bir de, daha bi ayar olunası oluyor. Beni hiç tanımazken, nasıl bir kişiliğim olduğunu bilmezken, neleri sevip neleri sevmediğimi bilmezken sadece dış görünüşüme göre yorumlarda bulunanlar işte mevzu bahis.

Bugün gittiğimiz bir iş yerinin insan kaynakları müdürü ile konuşurken oldu bu durum. İlk kez görmüş olduğum ve beni ilk kez görmüş olan adam bana "napcaksın mezun olunca, nerde çalışmayı düşünüyosun" dedi. Ailemin Düzce'de olduğunu söyledikten sonra "İzmit, İstanbul, Bursa civarında olur muhtemelen" dedim. Bir zamanlar bir amcanın yahudi sakalı olarak nitelemiş olduğu, kimilerinin keçi sakal olarak nitelediği çenemdeki sakallarımı baz alarak "hee tabi sen eğlenceli hayatı seviyosun, sana hareket lazım, daha cafcaflı bi hayat istiyosun belli ki" gibisinden bir şeyler söyledi "İnsan Kaynakları Müdürü".

"Kayseri biraz daha sade tabi" şeklinde de devam etti. 7 yıldır hayatımın içine etmiş bir şehir olan bu Kayseri'de neler yaşadığımı bilmeden, ne şartlar altında belirttiğim yerlerde "çalışırım" dediğimi bilmeden; sırf görünümümden yola çıkarak bu yorumları yapmayı nasıl kendinize yakıştırabiliyorsunuz ki?

İzmir'i de saymış olsaydım o iller içinde daha neler derdi kestiremiyorum. Ki aslında İzmir'i bunların hepsinden fazla istiyorum.

Yeni tanışmış olduğumuz kişilerin bu tip yorumlarına arada bir maruz kalıyoruz işte. 7-8 ay önce de ilk kez muhabbette olduğum çocuk(ve bu durumdan sonra son kez oldu o muhabbet) "sevgili, karı-kız" muhabbetleri açtıktan ve sevgilimin olmadığını anladıktan sonra "hee anladım sen takılıp geçiyosun, 3 gün bunla, 5 gün şunla" gibisinden bir yorumda bulunmuştu.

Şimdi soruyorum. Bu tipleri; "siken mi, sabaha mı bırakın?"

2 Mart 2011 Çarşamba

Bloguma Post

Köpeğime dost

Çayın yanına tost

Öküzlere hoşt

Yasaklayanlara puşt

Yasaklara kışt

Beğenmediklerime tırt

Abuziddin mi?

Zıt!

1 Mart 2011 Salı

29 Şubat Facebook Mağduru

Daha önce söyledim mi emin değilim. Facebook'ta doğum günümü 29 Şubat olarak ayarlamıştım. Bu tip özel günlere bakışımı da yazmıştım daha önce. 29 Şubat yapmamın 2 nedeni vardı. 1.si; 4 senede 1 olacak olması. 2.si; 29 Şubat olarak gözüken doğum günümü gören kişilerin bunu ciddiye alıp, kutlayıp kutlamayacağıydı. Merakla bekliyordum 29 Şubat 2012'yi.

Ama hayat gibi facebook da şakalar yapıyor işte. 28 Şubat'ın sabah saatlerinde Facebook'a girdiğimde 6 tane özel mesaj vardı. 3-4 tanesi "doğum günün kutlu olsun" içerikli. 1-2 tanesi de "gerçek doğum günün bu değil di mi?" içerikli. Bari 1 Mart'ta gösterseydi doğum günleri arasında.1 gün önceden de noluyo canım.

Güldüm ben de işte. Bu kadar.

Ha bu arada duvar denen şey kapalıydı tabi. Pes etmeyip mesaj atarak kutladılar sağolsunlar.