Okumadan Geçme

Facebook

kesmeşeker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kesmeşeker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mart 2012 Salı

İstanbul'da Bir Gece

Başlığı "One Night In İstanbul" şeklinde ingilizce atsaydım daha afili olurdu di mi? Böyle film adı gibi filan. Niye böyle saçmalayarak girdiysem yazıya. İstanbul'da bi gece sabahlama isteğim 1-2 yıl öncesine dayanıyor. O zaman yanımda biri olsun da beraber yapalım bunu istemiştim. "Manyak mısın olm ne sabahlaması" şeklinde tepkiler almıştım. (Evet aslında manyağım da cevap olarak vermemiştim bunu kimseye.) Yani bunu yapmak için bi yandaşım olamamıştı, tek başıma da yapamamıştım, o aralar İstanbul'da tek başıma bulunmadığımdan. Geçtiğimiz hafta sonu bu fırsat elime geçti. Bu kez yalnızdım, "hadi gel sabahlayalım bu gece dışarda" diyeceğim birisi yoktu, "manyak mısın" diyecek birisi de yoktu.

Geceye 4. Levent'teki Kaşıkçı Pilav'da 1 çorba, 2 tabak da tam salatasız pilav yiyerek başladım. Çok hayvani bir performans, zaten bitirirken nefes alacak yer kalmamıştı içimde. Kesmeşeker konserinin de bu geceye denk gelmesi ayrı bir özellik kattı bu geceye. İlk kez bi' konsere de tek başıma gitmiş oldum sanırım, izin verdi yalnızlık diyelim. Metin Kurt gibi yalnızdım konser salonunda, uçsuz bucaksız azınlığın arasında. Gayet iyi bir konserden sonra, güzel insan Cenk Taner'e "eyvallah kaptan" dedim çıktım. Gece 1'de İstiklal'de atacağım 8-10 turdan ilkini atmaya başladım. "Kafası bi' dünya" bi' dünya insan vardı caddede. Kendi arasında kavga edenler, başkalarıyla sürtüşüp kavga edenler, dayak yiyip hırsını telefon kulübesinin camını kırarak alanlar.. Ön sevişenler ve onlara laf atanlar, doğu şivesiyle; "amınag goyyim İstanbul değil kerhane. Gidin okul bahçesinde yapın bari amınag goyyim" şeklinde.

Hava da baya soğuktu; şansıma sıçayım; kışın günler kısa diye kışın askere gidip de son 40 yılın en soğuk kışını bulan benim için normal tabi bu. Soğuktan biraz kaçmak için bi dönerciye girdim döner yedim, 1 saat oturdum. Çıktım 2-3 tur daha attıktan sonra yine çok üşüyünce, başka bi' yere girip tatlı yedim, 1 saat de orada oturdum. Saatler ilerledikçe açık olan yerlerin sayısı da azalıyodu iyice. Tam Burger King'e oturmaya niyetlenmiştim, kapatıyolardı. Ne güzel "Taksim'deki Burger'a işemek için giren" yüzlerce insanın arasında oturcaktım. Bişeyler yeme zorunluluğum da olmayacaktı, çatlıyodum zaten yemek yemekten. Dışarda bi süre daha dolaştıktan sonra saat 4'e doğru bi dönerciye daha girdim, bi döner daha aldım(OHA). Yarım saatte filan gıdım gıdım yedim bitti, mekan da 24 saat açıkmış, "iyi" dedim, buradan çıkmam artık. Sonra da o akşam aldığım 4 kitaptan Sherlock Holmes'u okumaya başladım orada. Dönercide, gecenin 4'ünde kitap okudum ya ben, bu hayatta her şey olur. (Düzenli kitap okumaya çalışmaya da başladım evet. Üstüne de kitap arşivi oluşturmaya yönelik çalışmalara başladım, para beni bozdu azizim, yıldırımım.) Sonra yanıma 6-7 kişilik kızlı erkekli bi grup geldi, tek başıma oturduğum masaya kuruldular, başka yer olmamasından mütevellit. Mütevellit güzel kelime. Neyse yanıma oturan bu gençler baya bağıra çağıra kopa yarıla konuşurken ben hiç istifimi bozmadan kitabımı okumaya devam ettim. Kızlardan bi' tanesinin boyu 1.51'miş, günümüz Türkiye'sinde olağan durumlar bunlar aslında. Ona sürekli cüce diyip duruyolardı, onun üzerinden espri filan yapıyolardı, kız da kendisiyle taşak geçiyodu zaten. Aralarında konuşmasında bi kırıklık olan çocuk vardı, hafif bi gay'lik sezinledim yani. En çok bu çocuğun söylediklerine gülüyolardı, cüce esprilerini de bu eleman yapıyodu. Ben o sırada kitap okumaktan sıkıldım, zaten bu yanımdakilerin sesinden okuduğumdan da bi' bok anlamamaya başlamıştım. Nokia'nın yılan oyununu oynamaya başladım telefonda. Telefonum da sadece mesaj gönderen ve konuşmaya yarayan telefonlardan işte. Ben yılan oynarken o cüce kız bana doğru baktı "bu nabıyo ya?" dedi. Siklemedim, hiç istifimi bozmadım, duymazdan geldim, umursamaz tavırlarımla ünlüyümdür zaten. Neyse bunlar konuşurlarken birden babalarına sövmeye başladılar. Biri "benim babam dünyanın en şerefsiz adamı", diğeri de bunun peşine "benim babam dünyanın en büyük orospu çocuğu" dedi. "Orospu torunusun yani sen" dedim içimden. Cüce olan da bunlara benzer bişeyler söyleyip cüce olma sebebinin babası olmasından yakındı ve yine babasına sövdü. Onlar babalarına böyle söverken araya girip "aranızda babasını kaybeden yok di mi?" diye sormak geldi içimden. Sonra peşine bir kaç şey daha söylemek. Sonra vazgeçtim, ne söylesem fark etmeyecekti nasılsa, henüz onlar bunları bilmiyor. Kendileri yaşayıp anlayacaklar bazı şeyleri. Yaşasınlar da anlasınlar madem dedim. Bu cüce olan kızın babası Julia diye biriyle nişanlıyken nişanı atıp anasıyla evlenmiş. Anasının boyu da kısaymış o yüzden kendisi de bu kadar kısa olmuş. Julia da maşallah dalyan gibi karıymış heralde öyle diyodu. Neyse bu Julia babası nişanı attıktan sonra beddua etmiş babasına bunun. O bedduada bu kızın 1.51 olmasında etkiliymiş anlattığına göre. "O Julia'yı bulucam" diyip duruyodu. Julia'nın 91'li bi kızı mı ne varmış. 91'li olan ve annesinin adı Julia olan birini tanırsanız, şu 1.51'lik kıza haber verin de rahatlasın. Şu Julia'nın adı da Maria olsa çok daha güzel olacaktı be.

Saat 6'ya doğru hava hafif aydınlanmaya başlamışken çıktım oradan da "buradan uzaklara gidicem" nidasıyla, kafamı sikti bu cüce ve grubu. Tüm gece eğlenen on binlerce insanın kirlettiği caddeyi temizleyen çalışanları gördüm son olarak Taksim'de bu gecenin sonunda. Birileri Cumartesi gününün en güzel saatlerinde eğlendi ve sonra Pazar günü sabahın 5-6'sında da birileri oraları temizlemek için harıl harıl hızlı bir şekilde çalıştı. Hayatın insanlara sunduğu şeylerden bir kesitti işte bu da. Olmak istenen yer, mecburen olunan yer.

Böyle şeyler işte, neredeyse bu yazı kadar sıkıcı bi' gece geçirdim konser dışında, Konya'dan Hindistan'dan, Anya'dan Konya'dan bahsettim gereksiz yere. Ama iyidir iyi. Sonuçta yapmak istediğim şeyi yaptım. Gece boyunca yaklaşık olarak 20 km yol yürüdüğüm için ayaklarım hala ağrıyor. Acıların kralıyım. İstanbul İstanbul. Fısıldıyordun bir şeyler, duymuştum şehirdeydim, "gene gel" diyordun. Peki ne olacak benim bu halim? Ne olacak, tek kişiyim ben hala. Tut beni düşmeden.

Feridun Amca, herşey çok saçma. 
Yaşam geliyordu üstüme, hiç yer yoktu kaçmaya.


5 Ocak 2011 Çarşamba

Yoksulluk


"Güne kahveyle başladım, ağzım kuru zihnim açık." Yok yok böyle değildi. Yani benim bugünkü hikayem böyle değildi.

"Güne karanlıkla başladım" olacak doğrusu. Ev arkadaşım Ali; öğle saatlerinde uyuyor olan beni uyandırdı ve "elektrikleri kestiler la" dedi. Her an olabileceğini bekliyorduk zaten. Ama ciddi ciddi kesmişler. Ne bileyim biraz daha sürer verirler diye umuyorduk heralde. . Napcaz netcez ikimizde de 5 kuruş para yok. Taner geldi odasından sonra -Türk filmlerinde zengin abiler gibi- son 100 lirasını koydu masaya, gidin yatırın lan hadi dedi. Onun da zenginliği o 100 lirayı koyduktan sonra sona erdi.

3 aydır ödenmemiş olan internetin kesilmesini bekliyordum ben aslında. Hem ders çalışabilmek adına da daha olumlu bir adım olurdu bu. Neyse..

Bu sorunun çözümünü sağladıktan sonra, sadece Avea ve Garanti'nin hatırladığı telefonuma baktım. O da ne! Telefonum arama yapmaya kapanmış. Acilen kontör yüklemem gerekiyormuş hattımın iptal edilmemesi için. 5 senelik hat bu, boru değil. İnsan iptal ederken iki kere düşünür! Noldu yani 3 ay kontör yüklemedim diye. Ne bu vefasızlık kardeşim! Zaten kimseyi arayamıyordum ve kimseye mesaj atamıyordum uzun bir süredir 50 kuruş kalmış olduğu için hattımda. Artık istesem de o son 50 kuruşu harcayamayacağım.

Gittik yatırdık elektriği. Ali'nin yarın sınavı var. Saat 6 oldu hala gelip açmadılar. Mum aldık her ihtimale karşı bugün açılmazsa diye. Ali mumla ders çalışma fantezisini düşünüyor bi yandan. Yarın da okulda hocasına "Elektrikler kesildi" bahanesini söyleyecek sınavı kötü geçerse. Neyse ki daha fazla uzamadı bu süreç. Beklerken elektriğin yeniden gelmesini, dönen muhabbet de şu şekilde:
- Kapıcıya gidip sorsak mı ne zaman açılıyomuş biliyodur o.
+ Hee gidek söyleyek, belki halimize acır bizden aidat parasını da istemez.

Sonunda ışığa kavuştuk, ama her an internet kesilebilir. Daha bunların dışında, doğalgaz, aidat, kira borçları var ki bahsedemedim.

Sözü Kesmeşeker'e bırakıp kaçıyorum. Ne güzel yazmış Cenk Taner. Güneşi görmek, İşte Güneş'i de doya doya söylemek umuduyla.


Yaşadığımız tüm yerler
İnsanlar ve mevsimler

Değişti birer birer olamadık farkında

Zamana ait düşlerim

Gemi benim kaptan benim

Birgün baktım ki batmıştı gemim

Yok yok yoksulluk

Hem kalben hem fikren vurulmuştum

Öylesine yorgunum ki
Adın neydi unuttum

Sakın inanma aşk ne bitti ne tükendi

Bu gol yenmez ama rakip takım çok kuvvetli
Çarşıya çıktım bir bilet aldım

Otobüse bindim, gittim

Bir türlü yenemedim

Yok yok yoksulluk

Hem kalben hem fikren vurulmuştum

Öylesine yorgunum ki
Adın neydi unuttum