Okumadan Geçme

Facebook

29 Nisan 2010 Perşembe

Devlet İşleri


Devlet işlerimiz. Herkesin illa ki sıkıntı çekmiş olduğu işler. SSK kuyrukları, son teknolojiyle hazırlanmış çalışmayan sistemler, çalışmayan sistemin çalışmamaya inat etmesiyle gerilen sinirler, imzadan imzaya koşturmalar, memurların Einstein'mışçasına önemli bir iş yapıyorlarmış gibi artistik davranışları. Bunların herhangi birini yaşamamış yoktur aramızda sanırım.


Ben de yakın zamanda yaşadım yine bunlardan birini. İşe girebilmek için ikametgâh belgesi istendi iş yerinden.


Cuma günü işe başlayacaktık sözde. Perşembe günü önce muhtarlığa gittik ikametgâh belgesi almak için. Burada değilmiş ikametgâhımız. Öğrenci olduğumuz için bi oraya bi buraya taşınan ikametgâhımız. Nüfus müdürlüğünden değiştiriliyormuş. Gittik nüfus müdürlüğüne, üstümüze fatura olması gerekiyormuş ikametgâhımızı buraya aldırabilmek için. Döndük eve geldik aldık faturayı, yeniden gittik saat 5’e 5 kala oradaydık. “Sistem kapandı arkadaşım” sesiyle irkildik. Yarına kaldı işimiz. Yarın oldu sabah erkenden gittik. 23 Nisan olduğunu unutmuşuz. Cuma günü de alamadık ve başlayamadık işe. Sonrası malum hafta sonu. Pazartesi gününe kaldık. Pazartesi sabahı saat 8’de nüfus müdürlüğündeydim yine. Memurlardan önce oradaydım nerdeyse. Bu kez de sistemde sorun var girilmiyor. 5-10 dakika sonra gelir diye söyledikleri sistemin gelmesini saat 11:30’a kadar bekledim. Sonunda alabildim ikametgâh belgemi ve iş yerine saat 2 civarında gidebildim. E olmadı tabi pazartesi günü de başlayamadım haliyle. Sonunda adamlar dese ki “sizde bi cenabetlik var, gelmeyin almıyoruz işe” haklılar yani.


Ultrasonik, süpersonik sistemlerimiz 2 günde 1 hata verirken bizim devlette, elin oğlu bizim her bokumuzu izlemeye alabiliyor. Biz de bu ülkeden beklenti içerisindeyiz.


Not: Tüm bu engellere rağmen başladım işe..



27 Nisan 2010 Salı

İyi-Kötü Taraf

Eğer Şener Şen kötü rolde oynuyorsa, kötü kazansın istersiniz.



Eğer Şener Şen'in karşısında iyi rolde Kemal Sunal oynuyorsa ikisi de kazansın istersiniz.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Şaka Mıyım Neyİm?


Bugün uyandığımda aynaya bakmadım. Baksaydım aynada gördüğüm salağı İbrahim Tatlıses'i görmüşçesine boğazlardım o sinirle.

Dün akşam o kadar büyük emeklerle Selin'in sayesinde ve anlatımıyla ders çalıştım. Tekrar teşekkür ediyorum. Her derse öyle çalışabilsem çoktan bitmişti okul, herneyse. Çalıştık, ezberlenmesi gereken formülleri yazdım ettim. Alarmı sabah 8'e kurup, gece 3-4 civarı yattım. Telefon batarya zayıf diye uyarı veriyordu; bu uyarıyı vermeye başladıktan sonra en az bir gün yeter bataryası. Şarj aletiyle de şarj edemediğimden (çünkü bozuk), bilgisayarı da kapatmış olduğumdan-usb ile şarj etme- şarj edemedim.

Kurban'ın Yobaz şarkısıyla uyanamayan ben; elektriklerin kesilmesiyle bilgisayarın açık olan hoparlörlerinden "
bumfff" diye gelen sesle uyandım. Uyandığımda o kadar dinç uyandım ki en az 12 saat uyumuş gibiydim. "Oha" dedim, "napıcam şimdi. Kimbilir saat kaç oldu. Rahat 2-3 vardır."

Telefona baktım hemen; muhtemelen alarm çalmış çalmış, ben duymamışım ve şarjı bitmiş. Açmaya çalışıyorum kapanıyor. Telefondan da öğrenemedim saati. Evde normal bir tane saat yok.
Elektrikler kesilmiş bilgisayarı da açıp bakamıyorum. Evdeki arkadaşlar da yok memleketlere gittiler. Napıcağımı bilemedim bi an. Zaten deli gibi uyumuşum diye düşünüyorum. Dış kapıyı açtım belki birine rastlar sorarım diye. Kimse yoktu ortalıkta. Camdan baktım "12. kattan aşağıya da bağırarak saat sorulmaz ki" dedim.

Sonra Güneş'in olduğu yere baktım. Sabah saatlerinde vurduğu tarafta. Oha dedim böyle erken değildir heralde. Ama güneş yalan söylemiyordu. Güneş'e güvenip üstümü hemen giydim aşağıya 12 katı yürüyerek indim. Gördüğüm ilk adama saati sordum heyecanla.
10'a çeyrek var dedi. Sınav 11'deydi. Gelen büyük rahatlama sonrası okula gittim. Sınava girdim. Birkaç kişiye de bunları anlattım falan filan işte.

Bunları eve geldiğimde kağıda yazarken -saat 2 itibariyle- elektriklerin hala gelmemiş olmasına sövüyorum. Ama o elektrikler kesilmemiş olsaydı sabah, ben büyük ihtimalle uyanamayacak ve sınava gidemeyecektim.


Not: Elektrikler "en erken" saat 3'ten sonra ben uyurken gelmiş-tir.

Bu yaşadıklarımı oturup senaryo yazayım desem, kurgulamaya çalışsam bu kadar başarılı olmazdı sanırım. Olsaydı da
ha siktir lan bu kadar da olmaz denirdi. Bazen kurgulardan daha iyilerini yaşayabiliyormuşuz.

Ha bir de Allah'tan, "saat çok geç olmuştur yatayım geri, siktir et" gibi bir düşünceye kapılmadım. Üstün salak zekamla en azından Güneş'in yönü ile saati tahmin ettim ve gittim.

11 Nisan 2010 Pazar

Eller Eller

Çocukken el becerisiyle oynadığımız oyunlar vardı. Tasolar, bilyeler modaydı hani. Şu 80’lerin ortalarında doğmuş 90’ların ortalarında çocuk olmuş şanslı nesildendik biz. Mahalle maçlarında kaleciysek ellerimiz önemli olurdu. Taso ve bilye oyunlarında ise el becerisi çok daha fazla ön plandaydı.





Tasoda yukardan yerdeki tasolara vuruş açısını, sertliğini ve vuruşu yaptığımız tasonun dikey mi yatay mı ineceğini belirlemek için el yeteneği gerekirdi.






Bilye oyunlarında ise bilyeyi yönlendirmek ve hızını ayarlamaktı elimizin görevi. Bir elimizle karış hesabı yaparken, diğeriyle bilyeyi hedefe yollamaya çalışırdık.






Bir de yazı yazmak için kullanırdık elimizi. Ama bir fark yaratmazdı yazı yazarken ellerimiz. Yazıya dökülecek olan kelimeleri seçen, kullanan beynimiz, zekâmızdı fark yaratan. El sadece bir araçtı.






Aradan seneler geçti büyüdük. Elimiz sevdiğimiz kişinin elini tutmak, ona bir şeyler hissettirmek için işe yarar oldu. Ne kadar sıkı ve içten hissederek tutarsak o kadar hissettireceğimizi düşündük belki. Hiç bırakmak istemedik o eli. Ama bir şekilde o el hep bırakan ya da bırakılan oldu.







Yeni tanıştığımız zamanlarda ara sıra konuşuyorduk. Konuşmalarımızdan birinde Emre Aydın’ın şarkılarından mevzu geçmişti. “Unut Gittiğin Bir Yerde” diye bir parçası vardı Emre Aydın’ın. Benim o albümde en sevdiğim parçaydı. Ona bunu söylediğimde albüme sahip olduğu halde o parçayı bilmediğini söylemişti. Sonra gidip albümü getirip takıp dinlemişti. "Aaa ben bunu dinlemiştim de dikkat etmemiştim" demişti. O günkü dinleyişinde de dikkat etmemişti. Sonrasında da hiç dikkat etmedi. Tam karşıya geçerken bıraktığı o el benim elimdi.. Ama sağolsun, çok büyüdüm sayesinde.


Elimi sadece bir araç olarak kullandığım dönemlerdeyim. Bir süre daha böyle devam etmek çok daha doğru gözüküyor. En işe yarar hali de bu hali zira.






Bu ellere sahip olmadığımız için de şükretmeli ve bu ele sahip olanlara yardım etmeliyiz. Yardım etmenin yollarını bulmalıyız.

8 Nisan 2010 Perşembe

Trajİkomİk

Taner : Bende biraz bozuk para var veriyim mi?
Hasan : Yok olm napcam parayı. Ama az gel gel dur bakim düşüneyim.
Taner : Düşün hadi.
Hasan : Yok olm ya parayla yapacağım bişi yok.
Taner : He olm zaten evde makarna var acıkırsan onu yersin.

Deliliğe Giden Yolda


Bir şeyler anlatıcam. Ama sonu nereye varacak ben de bilmiyorum.

--Geçmişten kalan birkaç cümle--

Kötüyüm bugün. Kesin bir nedene bağlayamıyorum ama iyi değilim. Aklıma 3 yıl öncesinden başlayan yaşadığım kötü şeyler geliyor. Boş boş oturuyorum bilgisayarın başında. Anathema eşlik ediyor tabi bu geceye. Tekrar tekrar dinliyorum belli başlı şarkıları. Bir insanın aklının bu kadar farklı şeye aynı anda takılması pek normal gelmiyor. Ama işte engellenemiyor bazen. Zaten zihnimi normal zamanlarda da meşgul eden şeyler her biri. Bir de canım sıkkın olunca daldan dala atlıyorum maymun misali.

--Geçmişten kalan birkaç cümle--

İçimde -içinde bulunduğum duruma rağmen- salakça bir umut var. Neyin umudu ki bu. Hayat varsa umut vardır diye kandırıp duruyorum kendimi ara sıra. Hep onun yüzünden. Hayattan umudumu kesmedim ama kendimden umudu kestim ben artık.

Tek bir şey var inatla yaşatan, durduran ve engelleyen.

Düşünmekten, kaybetmekten, hatırlamaktan, unutamamaktan, altında kalmaktan, ezilmekten, yapamamaktan, inançsızlıktan, beklemekten, ummaktan, aramaktan, rol yapmaktan, sakin olmaktan, sinirlenmekten, terslemekten, tersleyememekten, laf anlatmaktan, anlatamamaktan, anlaşılamamaktan, anlayamamaktan, yalanlardan, verilen sözlerden, verdiğim sözlerden, tutulmamış sözlerden, avucumdaki gökyüzünden, oturduğum yerden, benden, senden, ondan, bu dünyadan bıktım artık.