Okumadan Geçme

Facebook

31 Ağustos 2010 Salı

Elma Değil Ayva


Şıpsevdi sakızlarında vardı ya hani. Aşk..(Love is..)
bla bla'dır.

Bugün çalışırken rastladığım bir tişörtte tarifi buydu. Aslında bilinen birşeymiş sanırım, ben yeni gördüm. İnsan cahil olmaya.

29 Ağustos 2010 Pazar

Kariyer.net Çok Net


Gecenin bir vakti kariyer.net'e bir bakayım dedim. Zaten şimdiye kadar hiç olumlu bir geri dönüş olmadığı için öylesine girdim iş ilanı muhabbetlerinden sonra. İki okunmamış mektup vardı. Bayadır da iş başvurusu yapmamıştım. İlkine baktım 4 ay önce başvurduğum iş ilanı.

Buna şaşırmış bakarken ben bugün şunu da gördüm.

Başvuru Tarihi: 27.06.2007
Cevap Tarihi: 18.08.2010

Sayın x,

Firmamıza göstermiş olduğunuz ilgi ve güven için teşekkür ederiz.

Şirketimize yapmış olduğunuz iş başvurusuna şu aşamada olumlu bir yanıt verememekteyiz.

Ancak özgeçmişiniz ileride oluşabilecek bir pozisyonda değerlendirmek üzere bilgi bankamızda saklanacaktır.

Şirketimize gösterdiğiniz ilgiye teşekkür eder, kariyerinizde başarılarınızın devamını dileriz.

Saygılarımızla.



Bir de olumlu yanıt verememişler. Bak sen!

Demet Serdar Hande

Berkut'un "mahsun-ibo-izzet-alişan lafım sana" diye serzenişi vardı hani. Bu da öyle bir serzeniş. Bu 3'lü olmasa yurdum insanı yaz aylarında ne dinleyerek kopacak, eğlenecek, ileti yapacak, nasıl durum güncelleyecek merak ediyorum. Bir yaz olmuyor ki bunlar yeni albüm çıkarmasın. Bir yaz geçmiyor ki kendim açıp bir kere bile dinlemememe rağmen; bu üçlünün şarkıları günde 4564 kere kulağa çalındığından dolayı ezberimizde yer etmesin. 3'ünü toplamak istiyorum. Toplayamıyorum. Elma armut şeftali gibisiniz lan. Toplanamıyorsunuz. Susmuyorsunuz da. Aranızdan "Kumar (Putlar)" şarkısının hatrına Hande'yi ayırasım geliyor. Ama yok kurtarmıyor.

Gün geçmiyor ki bir gariplik daha yaşanmasın.

For whom the bell tolls?..

28 Ağustos 2010 Cumartesi

26 Ağustos 2010 Perşembe

Şimdi Reklamlar


Supangle nasıl bizim geleneksel tatlımızdır? Ulan supangle nedir? Babaannelerin supangle yaptığı nerede görülmüş? Hadi puding dese bir nebze. Benim bildiğim babaanneler bayramlarda falan baklava, dilber dudağı vs yapar. Geleneksellikleri isimlerinden anlaşılıyor. Supangle ne lan?

Haa, hadi isimden kurtardın. Zerde tatlısını çıkardın. O zaman da markadan kaybediyorsun be anacım. Geleneksel Türk tatlısı diye pazarlıyorsun. İyi, hoş. Sen kimsin? Dr. Oetker. Çüşş.


Şu sıralar en sinir olduğum reklam Vodafone 3G reklamı. Hani herşeyden anlayan, yaşlıların gençliğe açılan kapısı imajı verilen Hakkı Devrim'in görüntülü konuşma yaparken telefonu kulağına götürerek bize şirinlikler, şakalar yaptığı reklam.

Amcayla bir alıp veremediğim yok da o torunu yok mu. Pardon hayatına karışan 3. kadın. Onun ben varyaa.. "Dedeciiiim dedeciiiiiim." kafesteki maymunla t..ak geçiyor sanki. O an insanın ağzının ortasına bir tane sağlamından patlatası geliyor.

Ah orada Hakkı Bey "Ne biçim konuşuyorsun lan sen it. Dalga mı geçiyorsun?" diye bir başlayıp iyi bir giydirse "hayatına karışan 3. kadına"... Anında gider vodafone hat alırım.

Dedeciiiimmiş.
Reklamlar bitti.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Trabzonspor - Liverpool


Liverpool'un deplasman fobisi, bizim ise Avni Aker fobimiz.

İlginç bir maç olacak ve eleyeceğimize olan inancım çok yüksek. Yeter ki akıllı oynayalım. Herkes en iyi oyununu oynasın. Olmazsa da canınız sağolsun.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

D.G. 2

Geçmişteki doğum günlerinden aklımda kalan ve kalacak olan ilginç bir anı. Bir önceki yazıyı yazarken unutmuşum bahsetmeye.

2 sene önce şantiyede çalışırken Cizre'li Orhan vardı bizim tarafta çay-temizlik işleriyle ilgilenen. Doğum günümde yanına gittim "Doğum günün kutlu olsun" dedim.

"Bugün ayın kaçı?" dedi. Gurbet elde artık hangi gün, hangi ay bilmez düşünmez olmuş çocuk. Söyledim günün tarihini.

-"Sen nerden biliyosun benim doğum günümü?" diye sordu.

-"Yok ben bilmiyorum, senin ""benim bugün doğum günüm değil"" diyeceğini düşünerek söyledim. Peşine de madem senin doğum günün değil, sen benimkini kutla diyecektim." dedim.

Çıkardık nüfus kağıtlarımızı birbirimize ispatladık. Peşine de birer çay içtik, güldük. Tesadüf güzeldi.

22 Ağustos 2010 Pazar

Doğum Günü


Unutturucam herkese, çok az kaldı. Anlamsız ve gereksiz geliyor bana. Bu yıl toplam 3 kişi kutladı. Biri kendisi hatırladı. Aramızda 3 gün var, bunun da etkisiyle muhtemelen. Diğeri birinin hatırlayıp da bir yere birşeyler yazmasıyla kutlamış. Bir diğeri ise, benimle aynı ayda doğmuş olan birisi. Benim doğum günümü de öğrenmek istemişti. Söylemeyince hırs yapıp öğrenmeye çalışmış bir yerlerden. Neresi olduğunu da söylemedi. Zaten mühim değil. Seneye bu kalanlara da unutturacağım. En geç bir sonraki seneye umarım.

İşyerinde de beraber çalıştığımız Dursun Dayı var. "Bugün günlerden ne" diye sordu bana. Söyledim tarihi. Sonra da "Bugün benim doğum günüm" dedim. Duymadı bile. Duysa da ertesi gün unutacaktı zaten.

Bu yazdıklarım için kırılanlar olabilir. Olmasın, böyleyim işte. Takmasın. Facebook'ta görünen hatırlatmalarla hatırlanmaktansa, hiç hatırlanmaması daha güzel. Unutulması daha güzel. Zaten başta da belirttiğim gibi bence diğerlerinden farksız, sıradan bir gün.

Peki ya unutmak? Unutamamak?

Kardeşler Kıraathanesi


Bugün çalışırken rastladım, bi ilimizin ilçesinde daha. Fotoğraftaki de oranın fotoğrafı. Sinan'ın güzel bir tespiti vardı geçen sene. "Amcoğlu her ilde ve ilçede, kesinlikle en az 1 tane Kardeşler Kıraathanesi var" diye. Hakikaten vardır. Çorba susuz olmaz, şehir kardeşler kıraathanesiz. Türkiye'de Mehmet Yılmaz isminde insan mı daha fazla, Kardeşler Kıraathanesi isimli kıraathane mi daha fazla?

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Ferah Sokak ve Güzel Anılar

Birkaç gün önce oradaydım. Ferah sokak'ta. Çocukluğumun önemli kısmının, en güzel anılarla dolu olan kısmının geçtiği sokak. O günlere geri döndüm, gözümde canlandı anılar. Eski halini getirdim gözlerimin önüne. Çok değişmiş, çirkinleşmiş. O günden bugüne çirkinleşen herşey gibi.

Kimler vardı bu sokakta. Serhat-Ferhat kardeşler. İkisini de severdim ama Ferhat'ı bir ayrı severdim. Zeki-Metin ikilisinin Zeki'si gibiydi Ferhat. Bağırırken, gülerken. Selim vardı, aynı sınıftaydık ilkokulda. Caner'le de öyle. Soner vardı ilkokul 1. sınıfı okumadan 2'ye geçmiş okuldan önce okuma yazma öğrendiği için. Süper zeka derlerdi mahallede kendisine. Barış vardı her mahallede bir tane dişini, sözünü geçiren kişi olur ya; O'ydu işte. Ayberk abi vardı. Bizden 5 yaş büyük, ortaokuldan sonra askeri liseyi kazanarak ayrılmıştı aramızdan. Enes vardı, garip değişik biriydi. Gürcan vardı, bahçelerinde az basketbol oynamamıştık.

Nasıl geçerdi o sokakta günler, haftalar, aylar. Yaz günlerinde sabahları Kuran Kursu'na gidilirdi ilk birkaç gün. Sonrasında kaynatılırdı kurs. Öğlen 12 civarında çıkardı herkes dışarıya. Buluşurduk Ferah Sokağımızda. Gerçekten de adı ne güzelmiş. Ferah Sokak!.. Akşam 8-9'a kadar yemek yemeden nasıl dayanırdık o sıcakta günde 3-4 maç yapıp da.? Heralde çocukluk enerjisi.

Dönem dönem farklı oyunlar moda olurdu mahallede. En gözde oyunumuz tabi ki futboldu. O hiç unutulmazdı neredeyse. En azından bir maç yapardık o sokaktaysak o gün. Serhat-Ferhat kardeşlerin bakkalları vardı. 9 katlı toplarımızı onlar getirirdi hep. Yarısını ben patlatmıştım belki de. Her patlayan toptan sonra deftere yazardılar borcumu. Hiçbirini vermemişimdir belki de. Daracık sokakta bahçelere, arabaların altına kaçan toplar. Klasik atan alır sipor geyiklerimiz. En iyi solak yarışması yaptığımızda ilk şutu ben çekmiştim ve Nadir Amca'nın 20X20'lik camını kırmıştım. En kötü solak bendim belki de. Nadir Amca az topumuzu alıp kesmemişti. O kırdığım camın da parasını ödetmişti. Çok aksi biriydi. Sürekli kovalardı bizi top oynadığımızda. Top bahçesine kaçtığında "eyvah!" derdik, "gitti top". Arada bir Serhat-Ferhat'ın babannesi ikna ederdi de alırdık topu geriye. O zamanlar sahada basmadık yer bırakmadı denilen tabiri sonuna kadar yerine getiren bir futbol oynuyordum. Defanstan topu alıp forvete kadar giderdim paslaşarak veya çalımla. Rakip atağa başlayınca da geri gelir savunmamı yapardım. Bir de dönemin benim için idol futbolcusu Hami gibi şut çekerdim. Onun gibi gerilir ayağımın üstüyle sert abanırdım. Mahalledeki çoğu kişiyi yaralamışlığım vardır o şutlarla. Hami Schalke'ye transfer olduktan sonra sokağa her girişimde "Şalke Şalke" diye alkışlar eşliğinde tezahürat yapardı çocuklar.

Taso ve bilye de nöbetçi oyunlardı mahallede. İkisi sırayla popüler oyunlarımız olurdu. En çok taso ve bilye biriktiren havasını basardı. Sporcu kartlarıyla da çok haşır neşir olmuştuk tabii. Simit, kayış gibi oyunlar da alternatif oyunlardı.

Tam da o zamanlar bir de ateri furyası vardı. Ateri salonlarına giderdik. Çingen çocuklarıyla dolu olurdu. Arkamıza gelip bi el versene oynıyım diye diretirlerdi. Doğum günümde sınıf arkadaşım Rüya'nın aldığı radyoyu kaptırmıştım bu çocuklardan birine o ateri salonunda. İçim acımıştı. Hediyeydi sonuçta. Çok da sevmiştim, değerliydi. Daha sonra evde televizyonda oynadığımız ateriler geldi. Kaset takası yapardık arkadaşlarla. Çok sevdiğim içinde yok yok diyebileceğim bir kasetim vardı. Futbol oyunlarından, nba'e, Mortal Kombat'dan Street Fighter'a Olimpiyatlara. Ateride bir savaş oyununu annemle beraber bitirmiştik bir keresinde ilk oynayışımızda. Kaseti aldığım arkadaşım Soner'e anlatmıştım bitirdik oyunu hatta sonunda tıhe end yazdı demiştim. Anadolu lisesindeydi Soner ben ilkokul 5'teyken. "Tıhe end değil dı end diye okunur o lan" diyip dalga geçmişti benle. Annemler düğüne gitmişlerdi bir keresinde. Ben de fırsat bu fırsat Japonya liginin futbol oyununu oynamaya başlamıştım. Çok uzun sürüyordu lig. Hiç bitirip şampiyon olamamıştım bir türlü. Tam bitirmeye yaklaşmıştım. Şampiyonluğu da garantilemiştim matematiksel olarak ama zil çaldı ve ben korkuyla kapatmıştım ateriyi. Hala içimde uktedir o şampiyonluğu yaşayamamış olmak. Babam ateride bilardo oynamayı sevmişti. Hep de yenerdi beni bilardoda. Çok az oynamasına rağmen bana göre..

Böyle bir çocukluktu işte. Böyle güzel bir sokaktı Ferah Sokak. Bana bu kadar çok anıyı hatırlattı yeniden. O güzel saf günleri. İyi ki varmış. 1999'daki o iki büyük depremin ardından ayrılmak zorunda kaldığım sokak. Şimdi topların kaçabileceği bir bahçe kalmamış sokakta. Arabalarla dolmuş iyice. Bizim gibi top oynayan çocuklar yok artık orada. Ne o sokak eski Ferah Sokak, ne de ben eski Hasan. Herşey eskiden güzeldi.

Bir de şu vardı eskilerde yazdığım:

Özlenen Saflık

15 Ağustos 2010 Pazar

24 Yaşındayım Ameleyim

Yine olmadı. Yine kendimi değil, günü kurtarıyorum..

Her işyerinde en az bir adet kafa açan! adam bulunmak zorunda mıdır? Yaptığım işin fiziksel zorluğuna rağmen bundan şikayetçi değilim bu adam sayesinde. Bu adam sayesinde beynim tikiliyo. Bir adam her gördüğü şeye yorum yapıp, sayar söver mi? Misal yolda giderken bisikletli birini görünce "bu cemil bu sütçü, sütçü cemil diyolar buna sütçü cemil bu". Bunun gibi niceleri ve sürekli. Yapılan iş esnasında birşeyin yapılması için (diğer kişileri kendi zekasında zannederek) 10 defa tekrarlar mı? Arada bir de sesini yükselterek konuşması. Biraz daha sürerse bu durum içimde birikecek birikecek sonunda patlıcam adama. Cebinde bi tane çakı var. Tepkime karşılık vereceği tepkinin ne olacağı belli olmaz..

Şevket Çoruh'a saygılar..

12 Ağustos 2010 Perşembe

Karasinek


Ne işe yaradığını henüz çözemedim bu gereksizin. Sivrisineklerin yine bi amacı var, gelir seni ısırır, kanını emer, şişirir gider. Kaşınırsın falan filan. Bu karasineklerin amacı ne ulan? Sabahın köründe 3-4 tanesi gelir vücudunun farklı noktalarına konarak önce uyandırırlar. Asıl çile bundan sonra başlar. Salak salak gelir aynı yere 100 kere konar. Siz 101 kere konduğu yerinizi sallarsınız. Bıkmaz gelir yine konar. Öldürmeye çalışırsınız, uyanıklar kolay kolay da vurulamaz.

Son olarak bu sabah beni delirttiler, tepemin tasını attırdılar. Tam 7 tanesini temizledim. Leşlerini de bizim su kaplumbağası "Woswos"a armağan ettim. Öldürdüğümün iki katı hala evin içinde fink atmakta. Ben fink'e atarsam onları, fena olacak sonları. Şu anda da bi tanesi sol koluma dadanmış durumda. Konuyor, kaçıyor. Onu da öldüreyim geliyorum.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Mayışmak

Tam da bu havalarda en güzel şekilde anlamını bulan kelime. Birşeyler yazmak istiyorum içten içe. Ama bilgisayarın başına oturduğumda sıcağın verdiği bunaltma ve mayışma hissiyatı içimdeki tüm isteği alıp gidiyor adeta. Yazacak birikmiş de o kadar çok şey var ki aklımda. Ama şurada oturup biraz kafa patlatıp da yazmaya eriniyorum işte. Sonunda da bu satırları mayışmayla ilgili bişeyler yaz diyen çitliyo ortağımın destekleriyle yazıyorum.

Ramazan başlıyor. Oruç tutacak olan çalışmayanlar sabaha kadar oturur, akşama kadar yatarlar muhtemelen. Oruç tutacak olup çalışanlar(ben de aralarında fındık toplayıcı olarak bulunacağım) bol bol ıslatın başınızı kıçınızı. Tutmayanlar da serbest çalışmalarda bulunacaklardır.

8 Ağustos 2010 Pazar

Bir İğnenin Önemi


Göztepe'de biletix gişesine giderken, düğmesi kopan şortumun bana bir iğnenin gerekliliğini öğretmesi. Bir iğne bulamamanın hüznü. Elim belimde o kadar yolda yürüdüm. Sonunda YKM mağazasına rastladım. Tişörtlerin içinde küçük çengelli iğneler olur. Onlardan bir tanesini çaldım. Tuvalete gidip tutturdum. Nefes alıp verirken karnın azcık oynaması o ufacık dandik iğnenin yerinden çıkmasına sebep oldu. Tam 6 kez tuvalete gittim, çıktı taktım. (İçinde olduğum durum bana komik gelmiş olacak ki sırıta sırıta dolanıyordum AVM'nin içinde. Elim belimde her an düşebilecek bir şort.) Sonra nefes almama pahasına yoluma devam ettim. Bir başka mağazada kemer baktım. En ucuzundan bi tane(bu kez çalmadım) aldım. Rahata erdim. Daha sonra büyük bir çengelli iğne bularak İğne-Kemer kombinasyonunu tamamladım sonsuz rahata eriştim.

1 Ağustos 2010 Pazar

Kısa Özgeçmiş


1986'da doğdu.

1992'de ilkokula başladı.

1995'te gecenin bi yarısı tuvalete diye tuvaletin kapısıyla yanyana olan dış kapıya çıkıp merdivenlerden aşağıya işedi. Çok normal birşeymiş gibi zili çaldı, ev halkının gülmesine aldırmaksızın gitti yatağına yattı.

1997'de nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde anadolu lisesini kazandı.

1998'de zayıflarla dolu karneler getireceği yıllara başlangıç yaptı.

1999'da bi deprem daha olsa da sallansak heyecan olsa dedi, ertesi gün oldu.

2000'de karnesinde zayıfı yoktu ama 7 tane 2'si vardı.

2001'de bi bok olmadı.

2002'de orta okul ve lise hayatındaki tek belge olan teşekkür belgesini aldı.

2003'te hiç aklında hayalinde üniversite filan yokken bir anda kendini dersanede buldu.

2004'te Endüstri Mühendisliğini kazandı.

2004'te ilk kez bir dersten kaldı. Sonraki senelerde saymaya üşeneceği kadar çok dersten kaldı.(Kiminden defalarca)

2008'de okulu uzattı.

2009'da bitkisel hayat belirtileri baş gösterdi. Okulu yine uzattı.

2010'da okulu yine uzattı. İnandıklarından, yalanlardan iyice nefret etti. İnsanlardan kaçmaya başladı. Yaşıyor gözüken bir ölü adeta. Her gören hayattan vazgeçmişsin demekte.