Okumadan Geçme

Facebook

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ben bu oyunda, bogulurum dedee.

Bu dunya icin gerekli bi adam degilim, yasamamin ve yasamimin dunyanin ekolojik dengesine bi katkisi yok. Kendimi hicbir yere ait goremiyorum, yakistiramiyorum. Hala hicbir seyden gram keyif alamiyorum. Bos ve beklentisiz hayatimi, benden beklentisi olanlar varken nasil surdurebilecegimi bilemiyorum. Buyuk bir zitlik ve carpismanin ortasinda kutupsuz elektronlar gibiyim, hissedemiyorum.

6 Eylül 2012 Perşembe

Yol Hikayeleri #8 Konya'dan Hindistan'dan


Çok zaman olmuştu anlatacak bir yol hikayesi yaşamayalı. Konya yollarından çıktı hikaye. Mehmet'le beraber Ersin'in düğününe gitmek için Ankara'dan hızlı trenle Konya'ya gittik. (Ersin evlendi evet, bir zamanlar buralardaki satırların ortağı) Düğüne gidiyoruz diye de Ankara'dan gömlek kravat almıştık, giderken giyiverdik. Gömleği, kravatı asıl alma sebebimiz düğün değildi aslında, gelecekteki muhtemel iş görüşmelerinde giymek üzere hazır düğüne de denk gelmişken alalım dedik. Neyse efenim, yazmaya yazmaya körelmiş olduğumu da hissediyorum zira yazdığımdan zerre keyif almıyorum çok sıkıcı devam ediyo yazı. Konya'ya indik, taksiye bindik düğünün olacağı otele gitmek için. Çekmişiz ya gömleği kravatı bi de otele gidiyoruz, taksici hemen "iş için mi geldiniz" diye sordu tabi. İşadamı havasına bürünerek gelmiştik yani Konya'ya. Otele gittik, düğünde çokça sıkıldık, oynama muhabbetleri olduğu anlarda sıkça sigara içmeye kaçtık, filan fistan. Sonlara doğru öyle sıkıldım ki, Mehmet'e "bi daha hiç bi düğüne gitmeyek la, kimin olursa olsun" dedim. Gittiğim bana yeter, ayy her tarafım ağrıyor.

Bu kadar ıvır zıvır anlattıktan sonra esas yol hikayesine geçeyim artık. Gece 12'ye doğru otogara gittik. Mümkünse Düzce'ye, değilse önce Ankara'ya sonra Düzce'ye gidicez. İkisi de mümkün olmadı, otobüsler dolu, en erken otobüs de sabah 7'de diyo tüm firmalar. Umutsuz ev adamları olarak bekliyoruz, derken Pala Dayı çıkageliyor ortalıkta bağırıyor. "Ankara yolcusu kalmasın ankara yolcusu kalmasın" diye. Gidip sorayım adama "yer var mı acaba" diye yaklaşıyorum, "var" diyo hemen koşa koşa gidiyoruz. En azından bi 403'e bineriz diye beklerken Ford minibüse bineceğimizi anlıyoruz. Pala dayı 14. kişiyi bulmak için çabalarken minibüstekilerden biri "bu servis di mi bunla gitmicez, can güvenliğimiz yok bunda yaauuuv" bıdı bıdısı yapıyo. Yauuvv derken Okan Bayülgen konuşuyo zannedersiniz öyle vurgulu söylüyor adam. Herif hala anlamamış korsan minibüsle gideceğimizi. Son yolcuyu da buluyo Pala dayı, 14 yolcunun 2'si kız, kızlar öne oturuyorlar. Kız dayanışması oluyor hemen aralarında ortamın da katkısıyla. Can güvenliği geyiğine giren herif kızların oturduğu ön tarafın arkasında oturuyordu. Artık elini kolunu filan nasıl attıysa ön tarafa, mola verildiğinde kızlardan biri dönüp çemkiriyo adama "kötü niyetli olmayabilirsin ama dikkatli ol" falan filanlı sözlerle. Kulaklığın ardından duyabiliyorum zar zor bunları, hemen ardından diğer kız da söylüyo bişeyler, sonra mola yerinde kol kola giriyolar, çay içiyolar, 5 dk'da kankaya bağlıyolar muhabbeti. Mola demişken, yola çıkmadan önce aldığım Çokonat'lardan birini Mehmet'e vermiştim al ye diye, "molada yerim amcoğlu" demişti Mehmet de. Espri yapmıştı aklı sıra, minibüsümüzün mola vermeyeceğini düşünüyorduk. İş adamı gibi geldik, mülteci gibi geri döndük Konya'dan sonuç olarak. Sıkış tıkış, uyumanın imkansız olduğu, ama yanımdaki insanüstü varlığın uyumayı başarabildiği bu yolculuğun ardından AŞTİ'ye geliyoruz.

Yanımdaki uyuyabilen vatandaş.


Çakma iş adamları.


Uyumaya çalışan bir adet Mehmet.


Ve yolculuğun sonu..


Ankara'dan Düzce'ye gidecek olan ilk otobüs 3 saat sonra. Çaresiz beklicez, e tabi uyumak şartıyla. AŞTİ'yi bilenler için söylüyorum, deniz tarafına bakan kaleye Gençlerbirliği hücum ediyor. Ne diyorum lan ben? AŞTİ'yi bilen bilir işte giden otobüs katında, oturmalık yerlerde geceleri uyunur. Biz de aynısını yapıyoruz. Ama ben hala gömlek ve kravatla duruyorum. İşadamı görüntümden taviz vermiyorum asla. 40 yılın başı böyle giyinmişim, çıkarmam lan o kravatı çıkarmaaaam. O halimle yatıyorum o oturma yerlerinden birine AŞTİ'deki. Baya da güzel uyumuştum he, Mehmet dürtüyo hadi vakit geldi gidelim diye. Uyanıyorum, karşı bankta bi kız çok da sempatik bi şekilde gülüyo, bana bakıyo, "noluyo olm rüya mı görüyorum ben, bu kız bana niye gülerek bakıyo böyle" derken, gömlek kravat geliyo aklıma. O vaziyette giyinen adamın ne işi var mülteci havalarında AŞTİ köşelerinde. Güler tabi insanlar. Sonra bu AŞTİ'deki gülme muhabbetinin aynısını Düzce'ye gittiğimiz otobüsten inerken tekrar yaşıyorum. Bu kez Düzce'ye gelmişiz, muavin uyandırıyo bizi, yan koltukta oturan bi kız, yine çok sempatik ve güzel gülümsemesiyle bana bakıyor. Lan diyorum hep böyle zamanlarda gülersiniz zaten.

* Bu kadar boktan bi hikayeyi nasıl bu kadar uzun anlatabildim şaşıyorum kendime. Hayır, ben de o kaçtığım kafa açan adamlardan oluyorum diye korkmaya başladım.