Okumadan Geçme

Facebook

28 Nisan 2011 Perşembe

Bahane Bunlar


- Hayrola saçın başın dağınık..
+ Dün gece arkadaşlarda kaldım da.
- Ooo keyif yaptınız demek?
+ Yok keyiften değil, elektrik faturasını ödeyemediğimiz için elektrikleri kestiler de.
- Sorumsuzsunuz, sorumsuz.
+ Yok sorumsuzluktan değil, parasızlıktan.
- O zaman çalışmıyorsunuz, gerekli parayı kazanmıyorsunuz.
+ Yok çalışmamaktan değil, gelir azlığından..

"Hayrola saçın başın dağınık?" sorusuna "sabah evden çıkarken aynaya hiç bakmadım, farkında bile değilim" deseydim bu diyalog hiç gerçekleşmeyecekti.

Tamam itiraf edeyim, bu diyalog aslında gerçekleşmedi. Sabah asansörün aynasında kendimi görünce kurduğum diyaloglardı bunlar. "Hayrola saçın başın dağınık" diyerek başlattığım ve soru cevap şeklinde devam ettirdiğim. Daha da devam ettirebilirdim de özdeyişten çok da uzaklaşmayayım dedim.

Sonuç olarak; "Bahane göt gibidir, herkeste en az bir tane bulunur."

Ha evet deliriy..

25 Nisan 2011 Pazartesi

En'den Öte En'den Ziyade

Bir kaç "en" var dediler geldim.

En sevdiğiniz 3 Görsel:
1. Akşam üstü gökyüzünün hali, bulutların kızarması
2. Ağaçarın arasında hafif virajlı bir yol
3. Devlet Bahçeli'nin bağırıp çağırdıktan sonraki yarım saniyelik gülümsemesi ve sonra hemen toparlaması.

En sevdiniz 3 Tat:
1. Fındık
2. Fıstık
3. Oooof


En sevdiniz 3 Ses:
1. Tulum sesi
2. Milli takım gol attığında detone olan spiker sesi
3. Çok yüksek olmayan su akıntısı sesi(dere sesi de diyorlar)

En sevdiğiniz 3 Koku:
1. Trabzonda köydeki evin yüz metre aşağısında bi çeşme var o çeşmenin oradaki koku; dünyanın başka hiçbir yerinde yok o koku, 15 yıl önce de, 10 yıl önce de 1 yıl önce de gittiğimde vardı ve hep olacak. Ben her gittiğimde o kokuyu alıp 15 yıl önce ayağında kara lastiklerle elinde güğümle oradan su almaya giden küçük saf çocuğu hatırlayacağım.
2. 404 uhu kokusu. İlkokulda az çekmedik.
3. Bazı yemeklerin kokuları. Şimdi hangileri olduğuna kafa yoramadım. Zaten uzun zamandır makarna ve patates kokusundan başka koku alamıyorum. Öğrenciyiz ulan.

En sevdiğiniz 3 His:
1. Sağanak yağmur altında yürümek. Tabi mevsim bahaaaar oluncaaaaağ, aşk gönüle doluncaaaaaaaağ. Yok yok şöyle Mayıs'tan sonraki sağanak yağmurda yürümek gibisi yok. Yine aynı şekilde halı saha maçında alnım filan terliyken yağmur çiselemesi. Yağmurla terin birbirine karışması. Ooo yeee.
2. Sevmediğim şeyleri son kez yapmış olmanın verdiği rahatlık. Misal geçen hafta son vizeye girdim üniversite hayatımdaki. 70 kilodan 7 kiloya düşmüş gibiydim o gün.
3. Bazı maddeleri boş bırakmak. Bunu boş bıraktım sayın.

A'normal'e saygılarımla.

Çok Karışık

Öyle karışık ki. Haluk Bilginer'in "Uzun hikaye karışık" demesi gibi. Ekran başındayım ama sadece bakıyorum. Ne görüyorum, ne anlayabiliyorum. Uyuşmuşum resmen. Peşpeşe olan şeyler var Cuma'dan bu yana. Umut kıran, lanet ettiren, can sıkan. 2-3 gündür güneş yüzü görmemiş olmamın; yaşadığım şehrin Londra'ya bağlamış olmasıyla alakası yok. Saçma sapan bir hayat tarzının getirisi.

İnsanların arasındaki ilişkiler çok karışık. Aşk-ı Memnu dizisindekinden bile çok daha karışık. Ne çizimler yapıldı, ne algoritmalar geliştirildi o karışıklığı çözmek için bile. Ya gerçekte nasıl? Nasıl çözülür? Öyle karışık ki "kördüğüm" kelimesi yetersiz kalıyor karışıklığı anlatmaya.

Yaklaşık 1.5 yıl aradan sonra ilk kez kitap okumak için oturmam ve bir oturuşta 1 küsür saat kitap okumamın gözlerimi rahatsız etmesi. Göz hamlaması diye bir şey de varmış. Bunu farketmiş olmam. Beynim uyuşmuş halde farkındayım.

Şu küçücük odam kadar dünyam var bir kaç gündür işte. Uzaklaşabilmem lazım, çıkıp dolaşayım diyorum da, ona da üşeniyorum. Odaya da sığamıyorum artık. Uyuşturucu almış kadar uyuşmuş bir bünye haline getirmişim beynimi, bedenimi ve ruhumu.

Bazen bazı şeylerin nasıl geliştiğini anlayamıyoruz, farkında olamıyoruz değil mi? Mantıksız geliyor ilk başlarda, "olmaz olamaz" diyoruz. Ama inkar ederken bakıyoruz ki olmuş bile. "Hiç öyle biri değilim ki ben" derken tam ters köşeye yatırılıyoruz. Hayat işte nerelerden geleceği, vuracağı belli olmuyor. O yüzden yaşamak hala bu kadar merak uyandırıcı ve cezbedici halde ya. Ne kadar bıkmış olsak da bazen hayattan, hep umulmadık zamanlarda ummadığımız şeyleri çıkarıyor önümüze. Bazen anlamamazlıktan, görmezlikten geliyoruz. Bazen hep şakaya alıyoruz, ciddiyeti tamamen elden bırakıyoruz. Neyin şaka neyin gerçek olduğunu ayırt edemeyecek duruma geliyoruz. Olan, söylenen herşey birbirine karışıyor. Şakaymış gibi görünürken ciddi, ciddiymiş gibi görünürken şaka olabiliyor bazı şeyler. Ama biz ayırt edemiyoruz. "Biz ciddi konuşamıyoruz ki hiç" diye diye geyik yapıyoruz. Nasıl olur da anlayabiliriz neyin ciddi olduğunu bu saatten sonra. Belki bazen işimize geldiği gibi anlamak istiyoruz. Ciddi olanı şaka, şaka olanı ciddi olarak alıyoruz. Şakayı ciddi anlaşılsın, ciddiyi şaka anlaşılsın diye söylüyoruz.

Şakalar yapıyor hayat.

Tüm bu karmaşıklıkların arasında netleşiyor bir süre sonra bazı şeyler. Şaşırtıcı değil aslında. Hayat artık çok fazla şaşırtamıyor. Olanların ardından diyecek çok fazla şey de bulamıyorum. Hak da veriyorum. Nasıl olur ki diyemiyorum. Oluyor işte "nasıl"ı önemli mi? Hiç önemli değil. Oluyor.

Söylemiş olmak iyi, daha geç söylemektense daha erken söylemek iyi, içinde tek başına büyütmektense; dışarıya salmak ve büyüyecekse büyümesi gerektiği şekilde ve koşullarda büyümesi ya da büyümeyecekse hiç büyümemesi de daha iyi. Söylemek bunlardan birini sağlayacağı için gerçekten de iyi. Rahatlamak da iyi.

Bundan sonrası için "muhtemel iyi bir karar" olarak nitelendirdiğin karar ise iyilerin arasındaki kötü. İyi olmayan tek şey belki de. Hele hele iyi olanı yapıp söyledikten sonra; karşılığında alacağın tepkiyi görmeden, hiç bir tepki almayı bile beklemeden bu karara varmak ve bunu "muhtemel iyi bir karar" olarak nitelemek hiç iyi değil.

Okuyorum okuyorum, defalarca okuyorum bir anlam çıkarmaya çalışıyorum. Bir anlam çıkmamalı belki de. Çok karışık. Öyle karışık ki. İyilerden sonra gelen kötüyle karmakarışık.

Biz anlaşmak için konuşmuyoruz ki.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Ekşi Sözlüğü Hiç Böyle Görmediniz - Paradoks

19 Nisan Salı günü, saat sabahın 6'sı. Aslında 6'ya 1 var. Ekşi sözlükteki bir başlığa tıklıyorum. Ve yukarıdaki ekran görüntüsüyle karşı karşıya kalıyorum. Taner'in(ev arkadaşım) yanına gidiyorum. "Tam da dizi izliyodum ya" diye isyan ediyor. Salona geçip oturuyoruz. Biriken faturalar, aidatlar ve şükür ki birikmemiş kiraya toplamda ödememiz gereken miktar 900 liraya ulaşmış. Taner; "Ev geçindirmek ne kadar zor lan, 3 kişi geçindiremiyoruz" diyor. Ben de "ee olm çalışmıyoruz bişey yapmıyoruz normal" diyorum.

Ben haftasonu iddaa'dan 200 lira kazanmıştım. Baya da sevinmiştim, tam param bitmek üzereyken can simidi gibi gelmişti. Pazartesi günü faturaları, aidatları ve kirayı toplayıp hesapladığımızda ödemem gereken miktarı görünce ve yine 5 kuruşsuz kalınca erken sevinç yaşadığımı anladım. Uzatmalarda gol atıp tam turu geçtik diye düşünen; 1 dakika sonrasında Semih'in golüyle dağılan Hırvatistan Milli Takım futbolcusu gibi hissettim kendimi. Üstelik bu kez son bir şans olan penaltı atışları yok.

O sabahın öncesi olan akşamda saat 8'de yemiştim yemeği en son. Makarnaydı tabi ne yicez. Sonrasında bir de karnıbahar pişirilmiş evde. Öğrenci evinde kim karnıbahar pişirir lan der gibi olduysanız durun. Arkadaşın kız arkadaşı bizdeydi, o yapmış. Neyse.. Önder getiriyor "ye" diyor "çok güzel olmuş". Israr da ediyor baya. "Yok olm ben ön yargılıyım o yemeğe" diyorum. Karnıbahar diye yemek adı mı olur lan?

O yemediğim karnıbahar; sabahın 6'sında salonda Taner'le otururken golünü atıyor bana. Karnım bir gurulduyor ama, ne guruldama. Gök gürlemesi sanki. "Açlıktan ölcem lan" diyorum. Film burda kopuyor, Taner'le gülme krizine giriyoruz. Karnımız kasılıyor, ağrılar giriyor ve biz hala gülüyoruz. Tam duracak gibiyken yeniden gurulduyor karnım. Sonra tekrar gülüyoruz dakikalarca. Durduramıyoruz kendimizi, konuşamıyoruz da. "Karnım ağrıdı lan" dicez, "karnım ağ.." diyoruz kahkahaların arasında yutuyoruz cümleyi. Sonra bir anda duruluyoruz. Bir süre sessizlik, çıt yok ikimizde de. "Bundan daha fazlası olamaz heralde" diyor Taner güldüğümüz anlar için. Yeter bu kadar düşüncesiyle, yatmak için odalarımıza geçiyoruz. Ağlamamız gereken halimize çatlayana kadar güldükten sonra, belki de ikimiz de odalarımızda yalnız kalınca
AĞLIYORUZ
.

18 Nisan 2011 Pazartesi

Vizelerin Finali

Çarşamba günü üniversite hayatımdaki son vize sınavına gireceğimi umut ediyorum. Gerçi söz konusu ben olunca işlerin ne olacağı belli olmaz. Okulu bitirme ihtimalimin %50 olduğunu düşünüyorum. Nasıl hesapladın diyenlere geçmişimi sunmaya hazırım.

Vizelerin finalini "Yöneylem Araştırması 2" adlı güzide dersimizle yapıyorum. Finalin adına yakışır bir maç olacak yani. Finallerin finalinde, düşler sahnesinde görüşmek üzere.

Ekleme: Sonradan hatırladım da; 8. yıla uzarsa okul, vizeye istesem de giremiyorum. Yani bu son vize. Vay be ne anılarımız olmuştu seninle vize. Değerli vize. Hassssiktir lan ordan, değerine sıçtığım.

Ha bi de yoruma yazdım ama buraya da ekliyim şu yukardakileri eklemişken; İngiltere'ye vize almaya çalışsaydım Yöneylem'i geçmeye çalıştığım kadar(yani aslında derse çalışmıyorum ama geçmeye çalışıyorum; öyle bir paradoks), çoktan İngiliz vatandaşlığına hak kazanmış olurdum.

Şu an ki ruh halimi anlatan şarkı ise;


Mia Wallace'a saygılarımla.

14 Nisan 2011 Perşembe

Masumiyet

İzledikten sonra insanı kendini sorgulamaya da iten film. "Filmdeki karakterler gibi sevip, onların yaşadığı hayatı yaşamak ister miyim?, elimdeki tek hayatı böyle harcama ihtimalim olduğunu bile bile gider miyim sonuna kadar? aşk'a hayatımı kurban eder miyim?" diye sordurtur. Benim cevabım "evet harcarım". Çünkü inandığım, istediğim, arzuladığım bir şey için harcayacağımdır hayatımı. İnanmadığım ve istemediğim bir şeyin peşinde gideceksem zaten, niye yaşıyorum ki?

Herşeyin masumiyetini gösterir. İnandığın şey uğruna yapacağın her şeyin, yapan kişi adına kendince masum olduğunu hissettirir.

Haluk Bilginer'in kır sahnesini çok kez izlemiştim ama filmin tamamını bu gece izleyebildim. Filmden sonra Haluk Bilginer'in o malum sahnesini tekrar tekrar izledim az önce. O sahneyi her açışımda ben de yaktım bir sigara.

"o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte." derken Haluk Bilginer ben de sigarayı söndürdüm.

Bir kez daha, bir kez daha;



Şimdilik bekliyorum.

7 Nisan 2011 Perşembe

Memurluk Hayatına Hazırlanma Sınavı


Yazılı sınavdaki şifreleri çözen(daha önceden bilen) adaylar arasında mülakatla memur alımı yapılacaktır. Mülakatlar 1 hafta boyunca; ev ve iş yerinde memurluğa başlanmış gibi yapılacaktır.

Adayların sahip olması gereken özellikler şunlardır:
* Solitaire oynama becerisi. (Olmazsa olmaz)

* Düzenli yatma ve kalkma saati becerisi.

* Sistemde sorun var diye vatandaşı bekletme becerisi.

* İki parmak klavye kullanabilme becerisi. (Tercihen orta parmaklar)

* Vatandaşı imzadan imzaya koşturabilme; bunu somurtarak ve anlaşılmayacak kadar hızlı söyleyebilme becerisi.

Sınav sonuçları bu kriterlere ve bir cemaate mensup olma özelliklerine göre değerlendirilecektir.