Okumadan Geçme

Facebook

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Yalnızlık - Konuk Yazar

Birkaç ay önce bloga konuk yazar formatında, arkadaşlarımın yazılarını koyma fikrim gelmişti. O ara da kendilerine bahsetmiştim onlar da "olur yazarız" demişlerdi. Sonra da tembelliklerinden kaynamış gitmişti arada. Dün gece Önder'e esmiş ve yazmış. Bayram'da yalnızlığı sonrası yazmış, döktürmüş bence hatta.

İşte o yazı:

-Sanki hiç yazılmamış bir konu gibi yalnızlık hakkında birşeyler yazmak istedim. Beni bilenler ciddi konuşmaya, yazmaya pek hevesli bir adam olmadığımı rahatlıkla söyleyebilirler. Ben en güzel sözleri yalnızken kendine söyleyenlerdenim. Hakikaten neden en güzel laflar yalnızken aklına gelir ki insanın? Aslında insanın derken yazar(ben) kendinden bahsediyor maalesef. Bayram tatilini fırsat bilen ailem köye gitti ve ben evde kalmayı tercih ettim. Aslında evde tek başına geçireceğim - uzun zamandan sonra- ilk günümden bu tekliğe sığamadığımdan heralde bu yazıyı yazma fikri geldi aklıma. Zira yazmasam kendi kendine tirat geçen deli bir tiyatrocu gibi olurdum. Şu mikro durumdan makro bir çıkarım yaptım. Ben istemediğim bir yalnızlığın kombinesini her sene alan garip bir taraftarım. İnsan neden istemediği bir yalnızlığa meyleder ki?

Etrafta sivrisinekler kovalıyorum. Kaşındıkça yalnızlık geliyor sanki derimin altından, sürekli. Neden diyip duruyorum ama zaten biliyorum ki. Ben yaşamaya korkuyorum. İnsanlara neden hep en fazla bir dirsek mesafesinde yaklaşıyorum ki? İşte bu yazarın(benim) kendi ile ilgili farkında olduğu ya da diğerleri gibi bilip de bilmemezlikten geldiği sorunlarından biri değil. O kadar çok suskun kaldım ki, duramam diye konuşmaya çekiniyorum. zaten bu saatler genellikle ayakta olan için depresyon saatleri galiba.

-Yalnızlığı sevmiyorum, istemiyorum ama nasıl yalnız olunmaz onu bilmiyorum. Ya da yalnız olmayınca ne yapılır bir fikrim yok. Bu sebepten refleks geliştirdim, güvenmeme kisvesi altında insanlara pek bulaşmıyorum. Ya da onlara farklı birisini sunuyorum; fazla birşey beklemeyecekleri ama sevebilecekleri birisini. Aslında artık hangisi gerçek olan,ben bile ayırt edemiyorum bazen.

-İşte burda diğer bir savunma mekanizmam bunun sadece benim başıma gelmediği konusunda bana telkin veriyor. Haklı da ama bu benim durumumu değiştirmiyor. Bunca şeyi düşündükten sonra da insanın önünde tanıdık bir seçenek beliriyor: "yalnızlık". Sonra insan hata yapmamak için hiçbir şey yapmamayı seçiyor. sonra enter'a basıp yeni bir paragrafa başıyor. Ki hepimiz burda insan derken kimi kastettiğimi anladı galiba. Sadece yazar değil...

Önder - Nam-ı Diğer Tenekeci.

12 Ağustos 2011 Cuma

Neden Gitti?



Bi darlık geldi gece vakti. Bu sahneye rastladığımdan mı bilmiyorum. Daraldığımdan mı bu sahneye denk geldim, bu sahneye denk geldiğim için mi daraldım. Bilmiyorum.

Sanki buram çok acıyo gibi oldu.. Bu acı geçiyo mu?

Mafettin beni be İsmail abi.

Ben güçlü olmak istemiyorum ki. Ben seni istiyorum.

1 gün sonra ekleme:
Alternatif olarak; ben güçlü olmak istemiyom. Ben künefeyi istiyom. Valla hacı çok canım çekti. Hadi künefe yiyelim. Yemin ediyom, valla bak. Nam nam nam yeriz 4'er tane.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Leyla ile Mecnun


25 yaşındayım, hayatımda ilk kez bir diziyi(yabancı dahil) böylesine takip ediyorum ve böylesine müptelasıyım.

Yeni sezon bu akşam başlıyor. Ara verilen bu süreçte diziyi izlemeyen 3-4 arkadaşıma daha izlettim. Ben dizideki geyikleri yaparken onların anlamaması da olmuyor tabi haliyle. İkisiyle beraber tekrar izledim tüm bölümleri. Sanırım her bölümünü en az 6-7'şer kez izlemiş bulunuyorum. İzledikçe arada kaçırmış olduğum ufak detayların olduğunu farkediyorum ya işte. O an bambaşka bir keyif anı.

Gecikmiş de olsa Leyla ile Mecnun yazısını da yazma zamanı da gelmiş bulunuyor artık. Hala izlememiş olan varsa ıslak sopayla döverim!

Son bölümlerdeki sahneleriyle gözlerden yaş da getirdi bu dizi. Hem böylesine komik olmasının, hem de ağlatabilmesinin sırrı nerede peki? Tabi ki samimiyetinde.

Kemal Sunal Balalayka'yı çekmeye giderken; "senelerce daha zor olanı yaptım, insanları güldürdüm, bu kez ağlatmaya gidiyorum" demişti. Fakat filmi çekememiş ve çok daha fazla ağlatmıştı bizleri. İşte bu dizi her ikisini birden öyle güzel yaptı ki. Bunu yaparken öyle samimiydiler ki. Sanki bizim aramızda yaşıyor gibiydiler, bizim mahalleden gibi. Her an her yerde İsmail Abi'yi görecekmiş gibi tetikte duruyor ve "Hooooooooooooop" diye karşılık verecekmiş gibi içimizde tutuyoruz. Kamil'in bile en yakın arkadaşı olmaya razıyım ben, gerçekten o mahalle olsa, ben de orada yaşasam. Evet bazen ağzımdan çıkanla kulağımın duyduğunun tuttuğunu ben hiç görmeyebiliyorum.

Diziyi izlemeye başladıktan bir süre sonra İskender Abi'nin motorlu taşıtlarla olan ilişkisini ben cep telefonlarıyla yaşamaya başladım. Önce sesim karşıya gitmemeye başladı, sürmeli kapağı olan telefon; kapağını kapattığımda ekranı da geri dönmemek üzere siyah ekran verdi. Mavi ekran verseydi iyiydi de, mavi ekran vermeyince kötü oldu. Başka bir telefon edindim arkadaşımdan, bu kez de gelen mesajlar abuk subuk şekilde görünmeye başladı. Okunmuyor ve anlaşılmıyor. Yaktın beni İskender Abi. Allah'tan telefonla fazla işi olan bi adam değilim.

Burak Aksak; bu dizinin senaristi olman zaten başlı başına çok güzel bir olay. Ama bir de şu var ki; 6. bölümde Mecnun'a söylettiğin "O neymiş öyle ben sabah kahve içmeden uyanamam filan, çay içmeden kendine gelir mi insan ya?" repliği kendi düşüncelerinse eğer, sen var ya bambaşka güzellikte bi adamsın. Zaten diziyi izlerken bir çok sahnede kendimi izler gibi oluyorum. Arada da bu küçük detaylar tuzu biberi oluyor.

Leyla ile Mecnun sevmeyen bizden değildir!